Ülkücülüğü Başbuğ Türkeş'ten öğrenin!..

Azîz okuyucularım, dünkü yazımla ilgili olarak birçok gönüldaşımdan, “gönlümüzdekini yazmışsın” diye özetlenebilecek mesajlar aldım. Bazı okuyucu dostlarım ise kendilerince haklı tenkîdlerini edeb çerçevesinde yazmışlar... Bu dostlarıma iyi dilekleri ve dûaları için teşekkür ediyorum.
Ancak aralarında kendini “ülkücü zanneden” biri var ki aklınca verip veriştirmiş, günümüzde Türk Milliyetçiliği’nin en azılı düşmanlarından biri olan “ulusal-yacı dalganın” tesirinde kaldığı o kadar açık ki... Kanaatim odur ki ideolojiler de “moda olmaya başlayınca” kendilerini o idealin mensubu zanneden; tarlada, tohumda, ekimde, dermede işi olmayan, ancak hasat vakti geldiğinde ortaya çıkan bazı uyanıklar vasıtasıyla dumûra uğratılma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyorlar. İşte bir fikir hareketi, bir inanç sistemi için en büyük tehlike de moda olmak yoluyla anlaşılmadan kabullenilmek, yanlış yorumlanıp, “ismen ve şeklen” benimsenmektir. Bakınız “yarı buçuk mektubunda” edindiği yanlış bilgilerin rüzgârıyla esip savuran adı bende saklı bu müthiş “ülkücü”(!) neler söylüyor:
“Sayın Servet bey, bugün yazdığınız yazı ülkücü dünya görüşüyle alakası olmayan radikal dinci, siyasal ümmetçi, İbda - c, Müslim Gündüz, Necip Fazıl kafasıyla yazdığınız sadece Türklük düşmanlarını sevindirecek bir hakaret yazısıdır. Türk Milliyetçiliği, ülkücü hareket laiktir, Türkeş Başbuğum da laikti, devamlı fundamentalist tehlikeden söz ederdi. Refah-yol kurulmasın diye de çok çaba sarf etti. Türkeş cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının da amansız düşmanıydı.”
Pes doğrusu!.. Dedik ya... Bu arkadaş Horasan’da halı dokunduğunu işitmiş ama enine mi, yoksa boyuna mı dokunduğunu bilemiyor!..

‘Milliyetçiyim’ diyemiyorlar...
Şimdi oturup, bu adıyla “Allahın kılıcı” soyadıyla “gözü güzel”e veya “saf”a kendimi anlatacak halim yok. Yüce Dinimiz İslâm’la şereflenmiş bir Türk Milliyetçisi olduğum için Cenab-ı Hakk’a hamd etme makamındayım. Radikal dincilikle, fundamentalizmle, darbe hazırlığı dönemlerinin “kaplama şeyhleriyle” işim olmadığı gibi, etnik azınlık ırkçılarıyla da uzaktan yakından alâkam yoktur. Türk Milliyetçiği fikir sisteminin mensupları, aynı zamanda Yüce Dinimiz İslâm’ın da hizmetkârlarıdırlar. İşte bazı “saf”lar haricinde için bugün tek parti dikta dönemi artığı birçok beyincik sahibi İslâm düşmanları, bunu bildikleri ve sırf bu sebeple “Milliyetçiyim” diyemedikleri için “ulusalcılık” gibi bir ucubeye takılıp kalmışlardır. Dolayısıyla ben ulusalcı değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bu azîz vatana ihanet etmemiş bütün vatandaşlarını mezhep veya etnik kimlik ayırd etmeden seven bir Türk Milliyetçisiyim... Üstad Necip Fazıl’a gelince, bu büyük dâvâ adamını sever, her zaman saygı ve rahmetle yâd ederim. Hele hele şiirleri mest eder beni. “Yaradılanı, Yaradan’dan ötürü hoş görmek” gerektiğine inanırım da... Biri çıkıp dinime, milletime ve milliyetime düşmanlık etmeye kalkarsa, bu gibi  “yaratıkları” düşman bilirim kendime... Bunun için yazarım, çağrıldığım yerlerde sohbet eder, inandığım doğruları konuşurum. Evet rahmetli Başbuğumuz Alparslan Türkeş cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının korkulu rûyasıydı, bu doğru... Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne açıkça veya sinsîce düşmanlık edenler, Atatürk’ü ve laikliğin gerçek tarifini çarpıtıp istismar edenler, aynı zamanda Başbuğ Türkeş’in de amansız düşmanıydılar... Niçin mi?.. Rahmetli Türkeş bey, din taassubuna, din düşmanlığı taassubuna, Atatürk ve laiklik istismarcılığına metelik vermiyordu da onun için!...

Başbuğ Türkeş konuşuyor!..

Eğer bu sözde “ülkücü” zahmet edip bir arama motorundan bakabilseydi, Rahmetli Başbuğ Türkeş’in milliyetçilik ve laiklik hakkındaki fikirlerini, gerçek kaynağından öğrenebilirdi. İşte buyurunuz Başbuğ Türkeş konuşuyor: “Türklük gurur ve şuuru, İslâm ahlâk ve faziletine, oy toplama endişesi ve siyaset riyakârlığının üstünde kalarak samimiyetle bağlıyız. Türklük gurur ve şuuru ile İslâm ahlâk ve fazileti, milletimizi meydana getiren mânevî unsurların tam ve ahenk içinde birleşmesidir. Maddî kalkınmamız ancak böyle bir yüce temel üzerinde yükselirse bir mânâ taşır, bir değer kazanır, milliyetsiz bir yükselmenin, ahlâksız bir kalkınmanın imkanı yoktur... Pek az olmakla birlikte, bazı kimselerin milliyetçilikle İslamiyet’i çatıştırmağa çalıştıklarını görmekteyiz. Böyle bir tutum yanlıştır, abestir, cahilliktir, şuurlu bir şekilde yapılıyorsa ihanettir, nifaktır. Mücâdele farklı, hatta birbirine düşman mefkureler arasında olur. Halbuki Türklük’le İslâmiyet bin yıldan beri aynı mukaddes potada kaynaşmış, etle tırnak misali ayrılması imkansız bir hale gelmiştir. Türk Milleti, Müslüman olmakla içtimâî nizamın ve dinî hayatın en yüce değerlerini kazanmış ve İslâm, Türk Milleti ile emsalsiz yiğitlik ve iman aşkına sahip bir mücahit bulmuştur... “Türk müsün, Müslüman mısın?” gibi sorular cehaletten ileri geliyorsa aptalcadır. Aksi takdirde haincedir. Milliyetçiliği reddeden bir “dincilik” anlayışı ve İslamiyet’e düşman bir milliyetçilik anlayışı bize yabancıdır, bizim dışımızdadır...” (Temel Görüşler, s: 179 - 180)
“Laiklik ilkesi, devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulmasını ön görmektedir. Laiklik, insanların, vatandaşların dini faaliyetlerine karışmak, dini yaşayışlarına baskı yapmak anlamına alınamaz. Bizde uzun zaman bu ilke, dine baskı olarak kullanılmıştır. Laikliği devlet işleriyle din işlerinin ayrı tutulması görüşü olarak kabul etmek ve bugün bu ilkeyi muhafaza etmekte yurdumuz için yarar vardır. Bu, ’toplumumuz için din müessesesi gerekli değildir’anlamına gelmez. İnsanlar kendi inançlarında hürdürler, kendi yaşayışlarında inançlarına göre dini faaliyetlerini düzenlemekte, yapmakta hürdürler, Bunu yaptıklarından dolayı hiç kimse onları rahatsız edemez, yapmadıklarından dolayı da hiç kimse onlara karışamaz, onları rahatsız edemez... Bu böyle olmakla beraber, ilkokullardan itibaren Müslüman bir toplum olan Türk Milleti için çocuklarımıza İslam’ın temel esasları hakkında bilgi vermek, onları yetiştirmek mutlaka gereklidir. Gerek aile yuvasında, gerek okullarda çocuklarımıza toplumumuzun dini terbiyesini ve dini esaslarını öğretmek, vermek gereklidir. Çocuk belirli çağa geldikten sonra kendi hayatına kendi yön verir; o zaman istediği dini faaliyeti yapar veya yapmaz. Fakat Müslüman bir toplum olan Türk toplumunun mensup olduğu dini terbiyeyi almalı ve kendi toplumunun dininin esasları hakkında geniş bilgi sahibi olarak yetişmelidir.” (9 Işık, s: 211, 212)

Yazarın Diğer Yazıları