Hırsızın hayırlısı...

Hükümet adına konuşan Başbakan Yardımcısı, “Hırsız ya da dolandırıcı hayır
işi yapmak istiyorsa, yapamazsın deme hakkımız olmadığı inancındayız” diyor

Allah memlekete hırsızın hayırlısını versin kardeşim
 “Çalsın ama iş yapsın” temennisi, nihayet kanun oluyor.
 “Nası yani?” derseniz...
Hükümetimiz, Vakıflar Kanunu çıkarmaya çalışıyor. Bu kanun, hırsızlık, dolandırıcılık, hileli iflas, üçkáğıtçılık, haysiyetsizlik, şerefsizlik, adilik, namussuzluk gibi suçlardan mahkûm olan kişilere de, vakıf kurma imkánı veriyor.
Çünkü... Hükümetimiz adına açıklama yapan Başbakan Yardımcımız, aynen şöyle diyor:
“Hırsız ya da dolandırıcı hayır işi yapmak istiyorsa, yapamazsın deme hakkımız olmadığı inancındayız.”
Bir daha yazayım...
“Hırsız ya da dolandırıcı hayır işi yapmak istiyorsa, yapamazsın deme hakkımız olmadığı inancındayız.”
Bir daha yazayım mı?
Reformdur bu, reform.
Kerhaneciyi vergi rekortmeni yapan sistemin varsa... Hayali ihracatçıya takdir plaketi veren bakanların varsa... Dindarım diye milleti dolandıranın mağaza kurdelesini milletvekillerin kesiyorsa... Askeri ihalede katakulli yaptığı için yargılanan müteahhidi, şeref tribününde yanına oturtan generalin varsa... Para gelsin de nerden gelirse gelsin ayaklarıyla, şeriatçıya madalya takan zihniyetin varsa... Hortumcuya damardan girip, hortumlama sanığını Çankaya Köşkü’ne davet eden rejimin varsa...
“Çalsın ama iş yapsın” diyen kanunun da olmalıydı mutlaka.
Atatürk’e küfredeceksin.
Devrimini tasfiye edeceksin.
Bilimi reddedeceksin.
Hukuku ulemaya devredeceksin.
Rektörleri kovacaksın.
Türban namustur, diyeceksin.
İtiraz edene, dinsiz damgası vuracaksın.
Sonra... “Hayır işi yapsın” diye dolandırıcıya, hırsıza vakıf kurduranı, alkışlayacaksın!
Az bile, az.
 “Devletin malı deniz, yemeyen keriz” kanunu da lazım bu ülkeye...
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” yönetmeliği lazım... “Adaaam sen de, salla başını, al maaşını” önergesi lazım... “Gelen ağam, giden paşam” tasarısı şart... “Deveyi havuduyla götürrrr” tüzüğü lazım...
Çalsın ama iş yapsın...
Nihayet kanun oluyor.
Hayırlara vesile olur inşallah.
* Yılmaz Özdil / Hürriyet


*****


Kapatma davasında Gül’ün durumu ne olur?
AKP’nin kapatılması için bir dava açılırsa Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bundan etkilenir mi?
Başkent kulislerinde konuşulan konulardan biri bu.
Çünkü eğer bir kapatma davası açılırsa AKP’nin sadece son iki aydaki uygulamaları ele alınmayacak.
Bundan önceki dönem ağırlıklı olarak yer alacak.
Bu dönemin en etkin isimlerinden biri Abdullah Gül’dü.
Hukuki açıdan Cumhurbaşkanlarının dokunulmazlığı yok.
Sadece görevden alınması için ya ağır sağlık sorunu yaşaması ya da vatana ihanetle suçlanması gerekiyor.
Ancak bir kapatma davasında sanık durumuna düşerse ne olacak? Önemli bir hukuki sorun.  
* Can Ataklı / Vatan



*****



Boşuna Başbakan Sözcüsü olmamış
Akşam gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın Basın Sözcüsü Akif Beki’nin iletişimcilikteki “yeteneği”ni yeni icraatı sonrasında keşfedip manşete taşımış. Böyle “süper bir yeteneği” Başbakan’ın Akşam’dan çok önce keşfettiği ortada... Yoksa adamı boşu boşuna Başbakan Sözcüsü yapmazlar. Eski kitaplarının yeni baskısı için binlerce dolarlık tanıtım yapan Beki’nin elbette bir bildiği vardır. Hayırlı işler, bol satışlar..



*****


Dönekliğim tuttu...
İşte ben de dönüyorum.
Karım “Yüzün yamuklaştı sanki” dedi.
Ona “değiştim...” dedim.
İçimden “Türkiye’de iyi şeyler de oluyor” yazısı yazmak geliyor.
Telefonun başından ayrılamıyorum; sanki Cumhurbaşkanı beni Çankaya’da yemeğe çağıracakmış gibi oluyorum.
Biraz uzaklaşacak olsam, gerisin geriye koşup yanında bekliyorum telefonun.
Muhterem karım, “Sağa-sola kırıtıp durma öyle, henüz seni Çankaya’da yemeğe çağırmış değiller ve sen şu an Çankaya’da değilsin” diyor.
Olsun...

* *

Aydınlar, aydınlar...
Ah bu aydınlar bizi yaraladılar.
Düşünüyorum; tüm başarmış mutlu ülkelerde aydınlığın bayrağını aydınlar taşıdılar. Bu zavallı ülkede karanlığın bayrağını aydınlarımıza mı taşıtacaklardı a dostlar.
Niçin?..
Neden?..
Söyler misiniz; bir yanda tüm dünyanın hayran olup örnek aldığı Atatürk’ün yolu, öte yanda iktidarı ele geçirmiş tarikatçıların yolu apaçık ortadayken, aydınların tarikatçılara koşmaları...
Ve bizler kömür-nohut ile iradesini satan cahil insanlara kızarken, bu aydınların göz göre göre laikliği yıkmak isteyenlere malzeme olmaları, nasıl olur?..
Şunlara bakın; üniversitede türbanı isteyen, laikliği değil dinciliği demokrasi sayan profesörler, yazarlar, gazeteciler, edebiyatçılar, sanatçılar, okumuşlar, aydınlar...
Cumhuriyeti asıl aydınlar arkadan vuruyorlar.

* *

İşte ben de dönüyorum.
İçimden “Çankaya’da nurlu sofralar...” yazısı yazmak geliyor.
Karım, “Dudakların uzadı yine... Öyle işaret parmağını c harfi gibi yapıp garsona ’beyaz şarap lütfen’ deme... Çankaya’daki sofrada değilsin, otur köfteni ye...” diyor.
Olsun...
Döndüm, dönüyorum...
Dönekliğim tuttu, öyle aydın sorumluluğu-ilke-etik-metik yoktur bende.
Ne sandın?..
Benim sıfatım; aydın...
* Bekir Coşkun / Hürriyet



*****



Kardeş kavgası
1956 yılında İtalya’da yapılan meşhur ’Altın Palmiye’ mizah yarışmasında Aziz Nesin birinciliği kazanmıştı...
Hemen yazarımızın evine koştum; kapıyı açar açmaz müjdeyi verdim...
El ele tutuşup evin salonunda sevinçten dönmeye başladık...
Çünkü o yıllarda Avrupa, İtalya, Bordighera, Altın Palmiye, Türkiye’de rüyada görsen inanamayacağın düş boyutlarına yayılıyordu...

* *

Aziz Nesin’i bir kez de Feneryolu’ndaki evinde olağanüstü bir coşkuya kapılmış gördüm...
Yazar o sırada Meral Çelen’le evliydi
Akşam yemeğine çağırmıştı beni...
Sofraya oturmadan önce küçücük Ali ’yi sağ, Ahmet ’i sol koluna alarak salonun ortasında zıplamaya başladı; bir yandan da yineliyordu:
- Çocuklarım benim, çocuklarım benim...
Bu sevgi gösterisine şaşırıp kalmıştım...
Aziz, coşkulu bir insandı...

* *

Geçmişten bu iki anı fotoğrafını neden gündeme getirdim?..
Bugün medyanın günlük gazetelerinde Ali Nesin ile Ahmet Nesin manşetleri kaplıyorlar...
Neden?..
Çünkü türban olayı, iki kardeşi ayırmış, birbirine düşürmüştü...
Ali, üniversitede türbandan yana...
Ahmet karşıt...
Çatışıyorlar...
Dinci ve magazinci basın bu fırsatı kaçırır mı?..

* *

Olayın püf noktası nerede?..
Aziz Nesin, gençliğinde sosyalist bir toplum düzeni peşinde umutlu ve kahırlı bir süreç yaşadı...
Olgunluk çağında ise bütün ağırlığını ve benliğini laik ve aydınlanmış bir Türkiye’den yana koydu...
Peki, bugün ne oluyor?..
Türkiye ikiye ayrıldı...
Ve Aziz’in iki oğlu bu bölünmenin iki yakasında yerlerini aldılar...
* İlhan Selçuk / Cumhuriyet

Yazarın Diğer Yazıları