'Al Kadı Efendi keçe külahın, içinde eyvallahın!..'

Azîz gönüldaşlarım, keşke karşılaştığımız densizlikler ve iz’ansızlıklar karşısında sükûnetimizi koruyabilsek. Neylersiniz ki karşı karşıya kaldığımız  “al takke ver külahçılıklar” , üçkâğıtçılıklar, çifte standartçılıklar karşısında sükûnetimizi koruyabilmek için, gönüllerimizde değirmen taşı büyüklüğünde sabır taşları dolaştırmamız lâzım. Bu da her babayiğidin harcı değil... Kimseye yalan borcum yok... Karşılaştığım yamukluklar esnasında öfkemi yenme yiğitliğini, birçok defalar denememe rağmen, maalesef gösteremedim. Keşke Allah’ın (cc) o sevgili, o sabırlı kullarından olabilsek, keşke öfkeye mağlûp olmasak...
Demek ki atalarımız “Öfke baldan tatlıdır”  sözünü söylerken, “öfke baldır, bal da şifadır, haydi kaşıklayın”  demek istememişler; öfkeli tavırlardan sakınalım diye söylemişler. İşte bu sebeple “amma ve lâkin” diye devamla; “Keskin sirke küpüne zarar verir” sözünü ilave etmişler. Dolayısıyla öfkelendiklerimiz haricindekiler tarafından da haklı veya mazur görülebilen bu sakınılası tavır, bir hitabet şekli olabilir. Öfkeyi insanın normal hayatında  “hitabet sanatı” olarak anmak doğru değildir. Ancak bir sanatçı rol gereği öfkeli bir insanı canlandırıyorsa ve rolünü eksiksiz yapıyorsa,  “helâl olsun, iyi rol kesiyor, sanatını iyi yapıyor” diyebiliriz.

İyi niyetle yenmek...
Belkıs İbrahimhakkıoğlu, bütün dostlarının dertlerini kendine dert edinen bir hanımefendidir. Adından da anlaşılacağı üzere Erzurumludur, Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri’nin torunlarındandır. Türk Edebiyatı Vakfı’mızın çatısı altında hizmet eden gençlerimizin, hepimizin ablasıdır. TEDEV’in 2’nci Başkanı ve Türk Edebiyatı Dergisi’nin Yazı İşleri Müdürü’dür. Allah’ın kullarına dostluk etmeyi hizmet bilen bir sabır abidesidir.
Belkıs hanım merhametinden dolayı kolay aldatılır da yaşadığı bu gibi olaylarda öfkelenmek yerine aldatana, yanlışlık yapana bir mâzeret payı çıkarmaya çalışır. İyi niyetinin başına açtığı dertleri çok defalar iyi niyetle yenmeyi başarmıştır. Ne yapalım ki Cenab-ı Hakk, kötü niyetliler bir yana, her iyi niyetliye de sabır hazinesinden bahşetmiyor... Daha doğru ifadeyle, her iyi niyetli de bu hazineden istifade etme başarısını gösteremiyor. 
Şu sıralarda görüyorum ki Belkis bacının sabır taşı çatlamak üzere. Tahakkümcü azınlığın milleti bölme aymazlığına öyle bir öfkeleniyor ki...
İşte Belkıs İbrahimhakkıoğlu’ndan dinlediğim bir mesel... Yaşanmış bir hikâye...

‘Eyvallah Kadı Efendi eyvallah!..’
Dadaşlar diyarı Erzurum’da, zamanımızdan 1 asır önce yaşamış bir  “güzel adam” varmış. Helâlinden kazanan varlıklı bir adammış. Herkese dostluk elini uzatır, fakir fukaraya yardım edermiş. Ancak bir kusuru varmış ki; haksızlıklar, namussuzluklar, üçkâğıtçılıklar karşısında öfkelenir, ağzına gelen küfürü savururmuş.
Küfürlü sözleri hak edenler değil ama itibarını kıskanan bazı dostları(!) Erzurum Kadısı’nın kapısına dayanmış, şikâyetçi olmuşlar. “Bu zat ettiği küfürlerle gençlere, çoluk çocuğa, evlad-ı uşağa kötü örnek oluyor”  diye sızlanmışlar.
Kadı Efendi adamcağızı tanıyor, haksız yere küfür etmediğini de biliyor ama ne çâre... İtibar eksiği olanları tatmin etmek için adamcağızı huzuruna çağırtmış ve çâreyi bulmuş:
 “- Sen iyi adamsın, Allah (cc) dostusun, biz kullara da dostluk ediyorsun, seni seviyoruz. Lakin her namussuza küfür edip günaha girmek mecburiyetinde değilsin. Al bu keçe külahı, tak başına... Tam küfür edeceğin zaman başındaki külah gelsin aklına... Külahın hakkını ver, küfür etmek yerine ıslah olsunlar diye dûa et Cenab-ı Hakk’a...”
Adamcağız düşünmüş kısa bir süre, takmış kafaya keçe külahı...
“- Eyvallah Kadı Efendi eyvallah...”
Çıkmış gitmiş huzurdan... Erzurumlular, kafasına külahı taktıktan sonra Bu  “güzel adam” ın ağzından bir daha kötü söz duymamışlar...
Aylar, yıllar geçmiş, günün birinde bizim keçe külahlı  “güzel adam” Kadı Efendi’yi ziyarete gitmiş. Kadı Efendi, dostunu hoş kaşılamış, oturtup çay ikram etmiş... Çaylar  “nezâket bir ile hörpüldetilir”  ve sohbet koyulaşırken, işkembesi genişin biri dalmış Kadı Efendi’nin huzuruna, anlatmaya başlamış:
 “- Efendim benim babam 90 yaşındaydı, 20 yaşında marallar misali bir güzel kızla evlendi ve birkaç zaman sonra da vefat etti. Şimdi bu kadıncağız dul ve sahipsiz kaldı. Ben evlensem diyorum... Bunun nikâhı bana düşer mi?... Dinen câîz midir?..”
Kadı Efendi bu densizlik karşısında şaşırıp kalmış. Tam cevap verecek,  “asla ve kat’a câîz değildir”  diyecekken; bizim  “güzel adam”  kafasındaki külahı hızla çıkarmış ve  “Al Kadı Efendi keçe külahın, içinde eyvallahın”  diyerek uzatmış Erzurum Kadısı’na ve devam etmiş:
 “- Ben işte bu gavatların ağzına s..yorum ki gelip senin gibi mübârek adamları meşgûl etmesinler” Bilmem anlatabildim mi?..

Yazarın Diğer Yazıları