Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU

Sadi SOMUNCUOĞLU

Bir dil, bir millet ve bağımsızlık

Başbakan; “Kürtler asli unsur. Onların burada asimile, entegre olmak gibi bir sorunu olamaz. İsteyen, istediği yerde anadilini öğrenmek için kurslar kurabilir. Bunu  daha da geliştirip, TRT’nin bir kanalını o bölgede tamamıyla Kürtçe, hatta Arapça, Farsça yayın yapan bir hale getireceğiz”  diyor. 
Bu karmaşık ifadeyi açıklığa kavuşturalım. Eğer “asli unsur”dan kasıt, bütüne mensup eşit vatandaşlar ise bu insanlarımız için zaten “entegrasyon-asimilasyon”dan bahsedilemez. Ama kast edilen bu değil de, Irak’taki gibi ayrı bir “toplum”sa, iş değişir. Bu durumda karşımızda farklı bir “etnik” grup, “azınlık” veya “halk” var demektir.
Bu kavramların hukuki statüsü de farklıdır. Etnik grup, sosyal/kültürel kurumlarını geliştiremediği için milletleşememiş, daha ziyade “ırk” duygusunun baskın olduğu topluluktur. Ama genellikle birlikte oldukları kültür/milletle kaynaşıp, milli kimliğin parçası olmuşlardır. Azınlık, “nüfusça az olmakla beraber, ayrı dil, din, kültüre sahip, ama hakim konumda, yani ülke yönetiminde olmayan”  topluluktur. Bunların sözleşmelerle tanınmış bazı hakları vardır. Bunlar da, ayrılık gütmeyen bireyler için geçerli olup, küme hakları değildir. Ondan dolayı uluslararası hukuka göre, devletlerin azınlık dillerinden eğitim, öğretim ve yayın yapma mecburiyetleri yoktur.
Halk/millet ise “devlet kurmaya ehil”  topluluk demektir. Eğer devleti yoksa, ya nüfusça yeterli değildir veya tarihi, jeopolitik ve jeostratejik sebepleri vardır. Gerçek bir devletin diğer özelliği tek dil, tek millet esasına göre kurulmuş olmasıdır. ABD, Almanya, Fransa, Yunanistan, Japonya, İran, Mısır, İtalya gibi. Buna karşılık, parçalanan Yugoslavya ve kan kaybeden Irak’ta, çok dil, din ve halk vardır.
Bu kısa izahtan sonra Erdoğan’ın Almanya’da Türklere söylediklerini de hatırlayalım. Başbakan, ülkemizdeki Alman okullarından hareketle “mütekabiliyet” diye düşünmüş olmalı ki, Almanya’da Türk okulları açılmasından söz etti. Ama bu şiddetle reddedildi. Zaten Alman yetkililer sık sık, “burada gettolar, yeni azınlıklar oluşmasına tahammülümüz yok. En iyi entegrasyon asimilasyondur” diyorlar. Son olarak Alman Rheinische Post Gazetesi, “Erdoğan’ın Türklerin Almanca öğrenmesi gerektiği yönündeki çağrısı çok gerekliydi. Ancak Almanya’da Türk okul ve üniversitelerin kurulması talebi haklı bir gerekçeyle geri çevrildi. Zira bunlar uyuma katkıda bulunmak yerine, ayrımı derinleştirir. Ren ve Ruhr bölgelerinde paralel toplumlar oluştu” diye yazdı. Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi (CSU) Genel Başkanı Erwin Huber de, Erdoğan’ın açıklamasını, “Uyum için zehir” olarak nitelendirip, Türk okullarının gettolaşmaya yol açacağını, bunun sonucunda  “Almanya’da küçük Türkiye”nin oluşacağını ileri sürdü.
Bu arada Barzani-Talabani ikilisi bile,  “ortak dil millet demektir”  ilkesinden hareketle, ortak bir Kürt dili oluşturmak için, (demek ki yok) “Kurmanci”  lehçesini yasaklayıp, eğitim dilini  “Soranice” yaptı. 
Demek ki devletler birliği bozacağı için, milli bünyedeki diğer “anadil” ve lehçelerle eğitim, öğretim ve yayını kabul etmiyor, azami titizlik gösteriyor. Ama Erdoğan, hiçbir ölçü tanımadan, bir ve bütün olmuş insanları, farklılaştıracak, yabancılaştıracak, ayrıştıracak, sürtüşmeyi körükleyecek “ana”  dille yayın ve öğretimi yaygınlaştırıyor. Devletin dili Türkçe olduğu halde, Anayasa’yı çiğneyerek, TRT’ye yayın yaptırılıyor.
Aslında Başbakanın bu yaklaşımı tesadüf ve temelsiz değil. Zira O da haçlılar gibi, Türkiye’nin 36 etnik parçadan meydana geldiğine inanıyor. Öyleyse, çok dillilik başta, rejimin buna göre şekillenmesi gerekiyor. Bunun için son açıklamasını, bugüne kadar yapılanlar ve sırada bekleyenlerle birlikte ele alıyor, sözde “sivil” Anayasa’ya dikkat diyoruz.
Alman Westdeutsche Allgemeine Zeitung Gazetesi, “Erdoğan ülkesini riskli bir ayrışmaya sürüklüyor. Sonunu kimse öngöremiyor” diyor.
Alman’dan al  “malum haberi” !..

Yazarın Diğer Yazıları