'Kınalı kuzular' askere gitmeyip sapık kucağına 'armağan' mı olsunlar?

Kıymetli okuyucularım, Ordumuz Irak’ın kuzeyini bölücü PKK terör çetesinden temizlemek için güç coğrafî şartlar ve kar - tipi altında kahramanca savaşırken, milletçe birlik ve berâberlik içindeyiz ve bütün Mehmetçiklerimizi dûalarımızla, tavırlarımızla, yaşayışımızla, hâlimizle destekliyoruz. Evet, milletimizin büyük çoğunluğu elbette gönül birliği içindedir; hepimizin kalbi bu hainlerle çarpışan  “Muhammedciklerimizle”  birlikte çarpıyor. Bu imansızlarla mücâdele ederken şehâdet şerbeti içen evlatlarımızın acısı; analarıyla, babalarıyla, eş ve evlatlarıyla, yakınları ve hemşehrileriyle birlikte bütün milletimizin yüreğini kavuruyor.
Gönül ister ki kahraman Ordumuz tek kayıp vermeden muzaffer olsun. Ama olmuyor, olamıyor, savaşın tabiatına aykırı kayıp vermemek. Üstelik karşımızda düzenli bir ordu yok. Her türlü kahpeliği, kalleşliği kendisine metod olarak seçmiş ve evet uzun yıllar boyunca  “Vahşî Batı”  tarafından beslenip donatılmış, yıllar yılı Türk veya Kürt ayırd etmeden onbinlerce insanımızın canına, kanına, şehâdetine sebep olmuş bir çakal sürüsünü, işte katmışız önümüze, sürüyoruz.

‘Kortizon balonu’ sapığa bakın!..
Ne yazık ki sapıklıkta “önde gidenin biri”  cehaletiyle bozgunculuk yaparken,  “AB-D uşaklığından tescilli” bazı hain dolma kalemler de, bu “geçkin olduğu ölçüde azgın dönmenin” beyanları üzerine, mal bulmuş mağribî misali atlayarak, şehit analarının acısını istismar yoluyla bozgunculuk yaymaya çalışıyorlar.
Bakınız “nonoş eskisi bağyan”ne buyuruyor (!) jüri üyesi olarak kırıttığı ve  “reklam kokan ağdalı hareketlerle sapıklama koca avladığı”  yarışma programında...
 “Tamam vatan bölünmez, bilmem ne olmaz ama göz göre göre de bu çocukları bütün analar doğursun, toprağa versinler. Bu mu yani?.. Bir çocuğun ne demek olduğunu ben sizler gibi bilemem. Ben anne değilim, olamayacağım da. Ama insan olarak o anaların yüreğinin nasıl cayır cayır yandığını ben anlayamam ama anneler anlar...  ...Başkalarının savaşı için doğurduğum çocuğu toprağa veremem... Ben çocuğumu askere göndermem...”
Sözün ve sükûtun değerini bilen biri  “Konuşmasını biliyorsan konuş ilham alsınlar, bilmiyorsan sus adam sansınlar”  demiş... Şimdi biz sözde erkek haliyle de, halen taşıdığı sözde kadın kimliğiyle de evlat sahibi olma ve evladını kınalı kuzular misali vatan borcu ödemeye gönderme haysiyetine sahip olamayan, ama münasip yerinden laf-ı güzâf doğuran  “kortizon balonunu”  adam saymayacağımıza, kendi saçmalamalarına dayanarak asla ana da sayamayacağımıza göre ne sayacağız?..  Aslında çok bildiğimiz bir atalar sözüyle bu yaratığın hakkını suratına sıvamak kolay...  “Başkalarının savaşı olarak gördüğüne göre ne evlat senin, ne devlet senin, kes zırvalamayı da otur yerine” diyebiliriz.

Dışarıdan gazel atan sapık!..
Zaten aynı program içinde gerekli cevabı Ebru Gündeş adlı hanım sanatçı veriyor;  “İnşallah Allah bana bir oğul nasip eder de anlı şanlı askere yollarım” sözleriyle, “çizmeyi aşma” demeye getiriyor ama “şirazesi kaykılmış edeb çaçaronu” susmuyor;  “Ondan sonra da ölüsünü eline alırsın” diye dûelloya kalkıyor. İnşallah o haysiyetli analık duygusuna ermesini can-ı gönülden dilediğim Ebru hanım yılmıyor “edepsiz sapkın”  karşısında:
“Bu devlet için, bu topraklar için, bir kadın olarak ne gerekiyorsa yapabilirim. Benim oğlum da aslan gibi yapar. Eğer bunun için kaderde ölüm varsa, alnımıza yazılmış böyle bir şey varsa, onu da yaşayacağız. Bunun için şehitler ölmez, vatan da bölünmez zaten!..”
Kurbağanın yüzüne tükürmüşler de “Çok şükür gökten yağmur yağdı” demiş ya... Suratındaki kilolarca boya, badana fırçasıyla sürülmüşçesine sırıtan “çarık ağızlı”  yaratık, o münasip yerinden laf fırlatmaktan geri kalmıyor:
 “Şehitler ölmez, vatan bölünmez... Çocuklar gidiyor, kanlı gözyaşları, cenâzeler... Aynı klişeleşmiş laflar!..”
Hiç şüphe etmeyin, bu lafları “dışarıdan gazel”  niyetine sallarken, “fevkalâdenin fevkinde(!)” söz söylediğini zannediyor. Biz de kendisine “on üzeri yıldızlı bir sıfır”  veriyoruz. “Alâmeti farika”  olarak bile kullanabilir bu “yaldızlanmış sıfır” ı... “Kınalı kuzucuklar”  vatan borcu ödemeye gitmesinler, süslenip - püslenip senin gibi sapıkların kucağına  “armağan”  olarak düşsünler değil mi?.. Seni sapık seni!..
Aslında şu sırlarda;“ya şehit ol ya gazi”  diyerek, “kınalı kuzularını” vatan hizmetine uğurlayan haysiyetli Müslüman Türk anaları, sana da senin beyanların üzerinden “ordu bozanlığa soyunan” şu AB çeşmesinden akan irinle beslenip; “Bayy” laşmış ve “Bağyann” laşmış zavallılara da en doğru, en vakur cevabı veriyorlar...
Ama sizler de bunu anlayacak iz’an ve idrak yok ki!..

+++++

Hocalı katliâmı şehitlerine rahmet...
Kıymetli okuyucularım, dün Hocalı Katliâmı’nın 16’ncı yıldönümüydü. 20’nci yüzyılın en ağır katliâmlarından biri olan Hocalı Katliâmı’nda, bize Ermeni Katliâmı iftiralarını atan Ermeniler, yaşlı, genç, çocuk, bebek, hamile kadın demeden dünyada eşi benzeri görülmemiş hunharlıkta cinayetler işlediler; kadim Türk vatanı olan Yukarı Karabağ’daki Hocalı Kasabası’nda, Azerbaycan Türkü kardeşlerimizi katlettiler.
Dünya kör ve sağır kaldı Hocalı katliâmı karşısında... Batılılar, Ruslar, kendi adamlarınca ve kendi basın mensuplarınca tespit edilen katliâm görüntülerini seyretmeye bile yanaşmadılar. Çünkü bu korkunç cinayetleri işleyenler, kendi kucaklarındaki Ermeni piçleriydi... Şimdilerde nedense göz ucuyla bakmaya başladılar. İçimizdeki  “sonradan olma”  Ermenilere gelince... Onlar halen görmek istemiyorlar... Çünkü gözleri kapalı vaziyette ve trans halinde  “Hepimiz Ermeniyiz”  sloganını atmakla meşguller.
Hocalı Şehitlerini rahmetle anıyor, Yukarı Karabağ’daki Ermeni işgalinin inşaallah en yakın zamanda sona ermesini, Bakû ve çevresinde naylon çadırlarda perişan vaziyette kahrolan Karabağ göçmeni 1,5 milyon Azerbaycan Türkünün de bir an önce yurtlarına kavuşmalarını, Cenab-ı Hakk’tan niyaz ediyorum.

+++++

Öğretmen adayından cevap
Azîz dostlarım, dünkü yazımla ilgili olarak gösterdiğiniz teveccühe teşekkür ediyorum. Elbette bizler sizin hissiyatınıza gönül aynası tutmak üzere buradayız. Elime ulaşan e-postalardan birini virgülüne dokunmadan sunuyorum. Biliyorum  “Batı Pasha” lar, bu gencecik öğretmen adayının mektubundan bir hisse kapmayı becerecekler mi?..
“Değerli büyüğüm Servet ağabey,
Ben Üniversiteyi yeni bitirmiş öğretmen adayı olarak, “Heyy gidinin ’Batı Pasha’sı!..” başlıklı yazınızı çok büyük dikkatle okudum. Hatta birçok arkadaşıma internet yoluyla gönderdim.
Bu yazınız milliyetçiliğe, İstiklal Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’a, Ülkücü Harekete hakaret eden malum kişiye ve Türk milliyetçiliğini yeterince idrak edememiş bilumum fikir fukaralarının suratlarına Osmanlı şamarı gibi inmiştir. Türk milliyetçileri bu kendini bilmez, fikri beş para etmez kişiye verdiğiniz enfes cevaplardan dolayı sizlere müteşekkirdir.
Sizin tabirinizle bu ’Batı Pasha’sı, ve onun gibilerin Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve bir zamanlar “faşist, pantürkist, Turancı” diye tabutluklara attıkları rahmetli Atsız’ı, zehirli fikirlerine bir kalkan olarak kullanmaları başta beni ve benim gibi düşünen milyonlarca Türk Milliyetçisini çok rahatsız etmektedir.
Utanmadan İstiklal Marşı’na ve bu millî marşımızı milletimize armağan eden merhum Mehmet Akif’e dil uzatan bu ’zat-ı Batı’ya sizin aracılığınızla sormak istiyorum... Acaba millî ve manevî değerlerimizi mükemmel bir şekilde ifade eden bu şiir “İstiklal Marşı” olarak kabul edildiğinde, Atatürk hayatta değil miydi?.. Sizin de yazdığınız gibi Atatürk İstiklal Marşı’nı defalarca ayakta dinledi, alkışladı, önderi olduğu milletimiz gibi hayran kaldı ve çok sevdi. Peki, bu “Pasha”, Atatürk’ün İstiklal Marşı için söylediği şu sözleri okumamak için gözlerini, duymamak için kulaklarını mı kapadı acaba?..
“Bu marşın, İstiklal davamızı anlatış cihetinden büyük bir manası vardır. Benim en beğendiğim parçası da budur:
Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın
hürriyet;
Hakkıdır, Hakk’a tapan, milletimin
istiklâl!
Benim bu milletten daima hatırlanmasını istediğim vecizeler işte bunlardır.
Sanırım biraz uzun yazarak çok değerli vaktinizi aldım ama böyle enfes bir yazı okuyunca kendimi tutamadım. Tekrar teşekkürlerimi sunar, ellerinizden öperim...”
* Alişan Şener / İstanbul

Yazarın Diğer Yazıları