Bahçelerden çok uzak...

Ellinci ölüm yıldönümünde geniş etkinliklerle andığımız Yahya Kemal, benim çocukluk günlerimden “arkadaşımdı . Çünkü hemen her gün evde onunla karşılaşırdım. Duvardaki fotoğrafı ve yanında kendi el yazısıyla yazdığı  “Rindler’in Akşamı”  şiiriyle...
Çerçeveli fotoğrafın altında Latin harfleriyle yazılmış şu ithafı ise neredeyse ezberlemiştim. Aradan bir yarım yüzyıl daha geçti, ama onunla sık sık karşılaşıyorum yine de:
 “Doktor Şükrü Ünal’a: İrfanına ve vicdanına hayranlığımla... Yahya Kemal Beyatlı. 15/Temmuz/1949/İstanbul.”
Rindlerin Akşamı ise yine şairin kendi el yazısıyla “Aziz Şükrü Ünal’a: Emirgân günlerinin hatırası 16/6/1949...” sözleriyle ithaf edilmiş. Yahya Kemal’in Emirgan’daki arkadaşı benim dayımdı. Emirgan özellikle de Çınaraltı, Yahya Kemal, Faruk Nafız Çamlıbel ve daha nice şairin uğrak yeriydi. Ama özellikle de Yahya Kemal’in Boğaz tutkusunun ete kemiğe büründüğü bir doğa ve ruh bütünleşmesinin, hem Osmanlı yapıtları hem de o kim bilir kaç asır yaşındaki çınarlarıyla insanı büyüleyen gizemli mekânı:
“Birden kapandı birbiri ardınca perdeler
Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye nerdeler?”
Şair, “tenha Emirgan’da rüzgarın sesini” dinler; Emirgan’ın Belediye doktoru Dayımın 1. Abdülhamid’in inşa ettirdiği Emirgan camisinin yanındaki muayenehanesine uğrar; sonra hep birlikte Çınaraltı kahvesinde o bitmez tükenmez sohbetler... Akşam Boğaz’a inerken şair mısralarını düşünmektedir:
“Sakin koyu şen neşeli kasrıyla Küçüksu,
Ardında vatan semtinin ormanları kuytu,”
Yahya Kemal için, şiir ve Osmanlı-Türk tarihi ayrılmaz bir bütündür:
“Binlerce lale serpili yüzlerce bahçeden
Beş yüz yılın kadehleridir şimdi yükselen
Eşsiz Boğaz şerefli hayalin derindedir
Senden kalan o levhada herşey yerindedir.”
Dayımın hastanedeki odasında baş ucunda iki fotoğraf vardı: Şairin imzalı fotoğrafı ve üç yaşındaki yeğeninin fotoğrafı. Her ikisi de İsviçre’den onun cenazesiyle geldiler ama hâlâ yaşıyor ve dilsiz dilleriyle anlatıyorlar geçmişi:
“Sevdiklerim göçüp gidiyorlar birer,
Ay geçmiyor ki almayayım bir gamlı haber
Kalbim zaman zaman bu haberlerle burkulu
Zihnim düşünceden dağınık, gözlerim dolu”
Benim çocukluk günlerimden bu yaşıma kadar  “arkadaşım” Yahya Kemal Beyatlı’yla hiç ayrılmadık diyebilirim. Zaman zaman Emirgan’dan Aşiyan’a yürür ya da otomobille geçerken “Rindlerin ölümü”nün kazındığı altın yaldızlı kabrini görür, fatiha okurum. Tıpkı rindler gibi, serin servilerin altında uyumaktadır ebedi şairimiz ebedi uykusunu. Aklıma İttihat Terakki’nin önderlerinden Cemal Paşa’ya yazdığı mektubu gelir: Cemal Paşa, şairi polise izlettirir ve onun siyasal bir muhalif olma olasılığını hep düşünürmüş. Bunun üzerine üstad Paşaya yazdığı mektupta şunları söyler:
 “Beyefendi, zat-ı alinizi temin ederim ki, ben vatanımı idare etmeye haris değilim. Vatanımın başına geçirilmek teklifine maruz kalsam bile, bu şerefi uhdeme almaktan istinkâf ederim. Yeryüzünde yegâne ihtirasım, milletimin lisanında istediğim gibi bir kaç manzume meydana getirmektedir.”
Kendi fotoğrafıyla el yazması şiirini dayıma hediye etmesi arasında tam bir ay bir günlük zaman kesiti var. “Emirgan Günleri’nin Hatırası’na” diyor şair. Faruk Nafiz, ölümünden önce bazı şeyler anlatmıştı. O bir ay belki de Yahya Kemal’in duygu ve düşünce dünyasının en coşkulu dönemiydi.
Ama artık üstadın mısralarıyla o bahçelerden çok uzaktayız:
“Beklemem fecrini leylaklar açan nisanın
Özlemem vaktini dağ dağ kızaran erguvanın”
Fani ömür senin dediğin gibi uzun bir sonbahar oluyor üstad. Ben de o bahçelerden uzaklaştıkça bunu daha iyi anlıyorum. Ama ne kadar uzaksak o kadar da yakınız “her fecre”, yine de senin “Özleyen” adlı şiirinle yarı inik perdenin önünde gezinmek güzel şey:
“Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Ben kaldım uzaklarda günün sesleri dindi;
Gönlümle, hayalet gibi kaldım o yerde.”

Yazarın Diğer Yazıları