Kanunsuz iyi niyet becerileri

Sayın okurlarım, tespitlerimize göre son yıllarda özel sektörlerimizdeki büyüme, diğer bireylerimizdeki yönetim seviyemizi düşürmekte ve özellikle Devlet bürokrasisinde artan ölçütlerle, kendini göstermektedir.
Her geçen gün giderek artan bu boşluğu da, Devlet yönetimimizdeki iyi niyetli ve becerikli, siyaset dışı kalmış yöneticilerimiz doldurmaktadır. Ve mevcudiyetleri de her geçen gün azalmaktadır.
Bugün sizlere devlet yönetiminde görevli olduğum yıllarda başımdan geçen değişik olaylardan, en üst düzey siyasetçilerle aramızdaki ilişkilerden ve  “Kanunsuz iyi niyet ilişkileri” min meyvelerinden söz ederek, yaşadığımız karanlık günlerimizi mum ışığı ile bile olsa, aydınlatmak istiyorum.
1975’te, Devlet yönetimimiz partiler üstü Sadi Irmak Hükümeti tarafından yönetiliyordu ve birkaç ay sonra yapılacak genel seçimlerde, Bülent Ecevit liderliğindeki CHP ile Süleyman Demirel liderliğindeki AP’den birisi iktidar olacaktı.
O tarihlerde ben de İstanbul’umuzun Beden Terbiyesi Bölge Müdürü olarak görevim gereği olan ana konular üzerinde çalışıyor ve Boğaziçi Köprüsünün Kuzguncuk’tan yana bölümündeki büyük çukurdan da istifade ederek, şehrin büyük stadyum yerini bulmanın sevincini yaşıyordum. Genel seçimlerden önce günü birliğine Ankara’ya giderek Başbakanımız olacak iki lidere, işin özünü arz etmeyi uygun buldum. B. Ecevit’in ev telefonuna bir emniyet görevlisi çıktı, CHP’li milletvekili arkadaşlarla ilişki kurdum ve hafta sonu parti grup toplantısında buluşmamız ön görüldü. S.Demirel ise ev telefonunda muhatabım oldu ve  “hoşgeldiniz” diyerek olayı yakından izlediğini bildirdi. Görüşme talebime de  “evi biliyorsun değil mi?”  diye cevap verdi.
Kitap ve dosya dolusu, meşhur çalışma odasındaki sohbetimiz benim tahminlerimin üstüne çıktı ve birbuçuk saatini bana verdi. Ayrılırken, politikadaki yönelimini kullanarak  “özel bir isteğim olup olmadığını” sordu. Ben de  “hiç bir ricam olmadığını”  bildirerek odasından çıkmak üzere iken, aklıma  “hükümet kurucusu başbakanlardan beklentimiz” aklıma geldi ve dönerek ricada bulundum; “Efendim sizin kadronuzda Spor Bakanlığını yapacak şu isimler vardır, lütfen bu sefer bu tecrübeli spor adamlarından birini bize Spor Bakanı yapınız” dedim. Ve  “göreceksiniz, çok beğeneceksiniz”  buyurdu.
Kısa bir süre sonra Süleyman Bey Başbakan olunca, ilan ettiği hükümet listesinde Spor Bakanı olarak gördüğümüz insan, kırk yıllık sporcu yöneticilik hayatımda hiç duymadığımız, spor yöneticilerimizin hiçbir kademesinde bulunmamış Tokat Milletvekili Ali Şevki Erek idi. Ortaokulda voleybol oynadığını sonra öğrendiğimiz Spor Bakanımız uygulamaları ile iyi not alamamış bir politikacı olarak tarihimize geçti.
Bu arada sizlere daha bir örnek sunmak istiyorum; İstanbul’umuzun en yoğun semtlerinden Bağlarbaşı’nın merkezinde, dönemimde yan yana yapılan iki spor salonumuz vardır, otuz yıldır da gece gündüz gençliğimizin hizmetindedir. Belediyeye ait bu büyük alan Bağlarbaşı Spor Kulübümüzün istifadesi amacı ile yıllar önce teşkiatımızca kiralanmış ve kulübün ihtiyaçları dışında kalan bölümüne de tarafımdan salonlar yerleştirilmek istenmişti. Karabük Demir-Çelik müessesemizle anahtar tesliminde de anlaşmaya varlmıştı. Bu arada Genel Müdürlüğümüzden şahsıma mahrem bir yazı gelmiş ve  “arsanın mal sahibi olmadığımızdan, teşebbüsten vazgeçilmesi” istenmişti.
Ben o anda, gençliğimizin kazanacağı faydalarla benim şahsi mesuliyetimin doğuracağı zararları teraziye koyduğumda, ağır basan tarafın yönlendirmesi ile kararımı verdim. Bugün otuz yıldır, hizmet gören iki spor salonumuz, faaliyetini sürdürmektedir. Çünkü,  “Kanun iyi, hükümdar kötü olunca, kanun neye yarar. Kanun kötü, hükümdar iyi olunca, yine kanun neye yarar”
Tanrı Türk’ü Korusun.

Yazarın Diğer Yazıları