Mehmet Gül'ün son savunması!

Dostu da düşmanı da kabul ediyor ki Mehmet Gül, hayatı mertçe, yiğitçe yaşadı, son nefesine kadar Allah’tan başka hiçbir güç karşısında eğilmedi, bükülmedi.  “Sana dualar getirdim, / Benim için okunmuş. / Ve tertemiz bir alın / Anamın dudağı dokunmuş”  diye bir şiirinde anlattığı gibi alnı açık yaşadı, alnı açık öldü.
Ölümü ona kim yakıştırabilirdi. Dağ gibi adamdı. Sadece fiziği ile değil yüreği ile de dağ gibiydi.

***

Karaciğer nakli ameliyatından kalkıp, işgüzarca bir soruşturmadan dolayı ifade vermek zorunda kalmıştı. Buna değil, medyanın yargısız infazına üzülüyordu. Oysa, ameliyattan sonra bu tür sıkıntılar yaşamaması gerekirdi. Sanki sözleşmişler gibi en zayıf anında üzerine çullandılar. O anda bile ayağa kalktı, dost bildikleri  “acaba”  derken nereden geldiğini, nereye gitmekte olduğunu hatırlattı.
1982’de o ana kadar yaşananlara bakarak ve Arif Nihat Asya’ya göndermelerle “savunma” sını şöyle yapıyordu:

Gökte sadece ay yıldız parlasın diye
Güneşi söndürdük denizlerde.
Yıldırımlar çekildi göklerimizden
Yükseldikçe bayrağımız.

Gökler inse bile toprağa
Asla indirmedik onu.
Rengi hiç solmasın diye
Kan gönderdik kalbimizden.

Kuş geçse kıskandık hududumuzdan
Ekmeğe katık yaptık toprağımızı
Alın teri, gözyaşı ve kan döktük,
Bir gün yeşerir diye insan döktük.

Üstelik, bu suçları taammüden işledik,
Sayın savcı zaman kaybetmesin yeniden,
Gelecek suçlarımız için
Mahkumiyet istiyoruz şimdiden.

***

Çok kimse bilmezdi ama Mehmet Gül iyi bir şairdi. Hatta 1974-1998 arasında yazdığı şiirlerden bir kısmını Keziban adlı kitapta toplamıştı. Keziban, Yozgat sürmelisindeki gibi bir aşk hikayesiydi. Gül, Yozgat’tan kopamazdı.
Şiir, ancak duyguyla, coşkuyla yazılır. İnsan, şiirde öz benliğini yansıtır. Mehmet Gül de ömür boyu sürdürdüğü mücadelesini şiirlerine yansıtmıştı. 1974 yılında Diyarbakır’daydı. İstanbul Hukuk’tan önce Diyarbakır Eğitim Enstitüsü’nde okurken Özyurt dergisinde bir şiiri yayınlanmıştı.

Yırt şu karanlığı okum, çık artık.
Güneşler yürüsün, açtığın yoldan.
Yıllar var ki pas bağlamış karanlık.
Senelerdir, gün doğmamış doğudan.

Tanrıdan lütuftu sana saltanat.
Hiç taşır mı seni, şu cılız kanat.
Herkes doğabilir, ölmemek sanat.
Ruhuna bir beden olmalı cihan.

Selam olsun, Toroslardan Altay’a
Selam yaslı geçen düğüne, toya.
Gönlümüz kanatlı, kendimiz yaya
Bir gün geçeceğiz, demirkapıdan

Ve o demirkapıdan 1990’dan itibaren Mehmet Gül ile birlikte bütün Türkler geçmeye başladı. Gerçi demirkapı adı ile anılan çok yer vardır ama genel olarak kabul edilen yer Kafkaslar’da bir geçittir. Oğuz Han destanında da geçer.
Mehmet Gül, Yozgat Lisesi öğrencisi iken benimsediği bu davadan hiçbir zaman vazgeçmedi. Öyle ki, ” Ölmek için takat kalmaz insanda. / Yarınlar yaşanır, her giden anda. / Azeri bir yanda, Özbek bir yanda / Bu yıl da yadelde kışladı Tatar “ derken Türk Dünyası’nın sorumluluğunu sırtında hissediyordu. Kalbi en çok Kerkük, Kırım, Karabağ ve Doğu Türkistan için çarpıyordu.
Zor zamanlarda, “Bir kara gözlünün aşkı yerine, / Varsın yüreciğim kurşunla dolsun, /Gamsız İstanbul’un denizlerine / Bunlu bakışlarım yadigar olsun” diyordu.

***

Mehmet Gül’ün Kiev’de rahatsızlandığı ve hastaneye kaldırıldığı anda MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve eski Sağlık Bakanı Osman Durmuş’un, Türkiye’nin Ukrayna Büyükelçisi’ni devreye sokmaları, kısacası ellerinden geleni yapmaları, herkesi duygulandırmıştır.
Mehmet Gül, kabına sığan bir adam değildi, elbette partisiyle de siyasi sorunları olmuştur ama onun dava adamı olduğunu herkes biliyordu. O, ecel şerbetini içmeye her an hazırdı zaten:
Bilsem ki Azrail pusular kurmuş.
Alnıma ölümün gölgesi vurmuş,
Ecel, şerbetiyle yoluma durmuş,
İçip gideceğim, dönmeyeceğim.

Yazarın Diğer Yazıları