Statü meselesi

Kıbrıs meselesi bir ortaklık Cumhuriyetinde Rum ortağın, Türk ortağının hakkını yok ederek Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmak eyleminden kaynaklanan bir meseledir. 1963’ün kanlı yıkımından sonra Makarios “Anayasa ölmüş ve gömülmüştür”  diyerek Türk ortağını devletin tüm kuruluşlarından dışlamış ve “meşru hükümet benim”  diyerek Türk ortağına “Ermeni, Maroni ve Latinler sınıfında azınlık hakları” önermiştir. Makarios, 1967 Geçitkale-Boğaziçi katliamına kadar Türk karşıtları ile “azınlık statüsünü kabul etmedikleri için” görüşmekten kaçınmıştır; Türk tarafı da gaspçı Makarios ile yüzde 100 Rumlardan oluşan idaresini meşru hükümet olarak tanımamıştır.
1968’de başlatılan ve bugüne kadar devam etmiş olan görüşmelerde, tarafların ayni masa etrafında oturabilmeleri için, BM’nin bulduğu ve tarafların kabûl ettikleri uzlaşıcı formül “görüşmelere iki tarafı temsil eden liderler katılmaktadır” formülü olmuştur. Yani, tarafların resmi unvanlarına atıfta bulunulmaması kararı yürürlükte olmuştur. Rum tarafının masa dışında  “meşru hükümet”  olarak tanınmış olması taraflardan suçlu olana  “suça ve uzlaşmazlığa devam et” mesajını veren 44 yıllık bir haksızlığın ve Kıbrıs meselesinin halledilememesinin nedeni olmuştur. Siyasi, iç ve dış dengeler Kıbrıs meselesinin yeniden eşit şartlarda halli için vazgeçilmez ve muhakkak korunması gereken ilkelerdir. Özellikle arabuluculuğa soyunan “dostların” bu konularda çok dikkatli olmaları gerekir.
Butros Butros Gali’nin Genel Sekreterliği esnasında görüşmeler için New York’a davet edildiğimizde, Genel Sekreterin günlük çalışma programında  “Kıbrıs Cumhurbaşkanı Vasiliyu ve Türk Cemaat lideri Rauf Denktaş’la saat 10’da görüşeceği” kaydedilmişti. Halbuki bu, o güne kadar “Türk ve Rum liderler” diye kayda geçerdi. Genel Sekreterliğe telefon ederek bu kayıt düzeltilmediği takdirde toplantıya katılmayacağımı duyurdum. Buna “dostlarımız” bağnazlık dediler, durup dururken zorluk çıkarmak dediler, “zaten Denktaş uzlaşma istemiyor bunu onun için yapıyor” dediler. Genel Sekreter çok kızmış. Aldırmadım. Neticede görüşme gecikmeli başladı fakat statümüzden taviz vermeyeceğimiz de teyit edilmiş oldu.
Bunları yazmak zorunda kaldım çünkü  “dost ve müttefik”  ABD’nin sözcüsü Sayın Sean McComack, Talat-Hristofyas buluşması hakkında memnuniyet duyduklarını ifade eden beyanatında “Kıbrıs Cumhuriyeti Başkanı Hristofyas ile Kıbrıs Türk Lideri Talat arasında gerçekleşen” görüşmeden bahsetti. Zaten yine kendilerinin ta başlangıçtan, eli kanlı, terörist Makarios’u, Anayasaya ters düşen idaresi ile meşru hükümet olarak tanımakla yapmış oldukları hataya 44 yıl sonra aynı ABD bu beyanatı ile yeniden tuz biber ekmektedir. Bu kabul edilemez bir yaklaşımdır ve ABD’nin Acheson Planından bu yana görüşünü değiştirmediğini, Kıbrıs’ta bizi ve Türkiye’yi mahkûm etmenin ötesinde bir düşüncesi olmadığını, 1960’da Uluslararası Antlaşmalarla kurulmuş olan Türk-Yunan (Lozan) dengesinin önemini hiç algılamadığını veya önemsemediğini göstermektedir. Bu yeni “yanlışlık” hem KKTC hem de Türkiye tarafından ABD’nin dikkatine getirilmelidir. Unutmayalım ki Annan Planında da  “evet” dememiz için nazım rol oynamış olan ABD, bizim “evet’imizi” derhal ilk yorumlayan ve bunun “ayrı egemenlik, ayrı bağımsızlık istenmeyeceği anlamına geldiğini” yayınlayan “dost ve müttefiktir” ve bu düşmanca, gerçeklerle bağdaşmayan, münasebetsiz yorum da, her nedense, hem Türk hükümeti hem de KKTC tarafından es geçilmiştir. Şimdi bizi masaya “ayrı egemenlik ve ayrı bağımsızlık konuşmayacağımızı hesap eden” bu “dostlar” davet etmektedirler. Annan Planına “evet” demekle manevi yücelik kazandık diyenler bu “küçük”  konulara dikkat etmelidirler. “Manevi yücelik”  KKTC’yi ve egemenliğimizi çukura fırlatacağımız bir yücelik (yükseklik) olmasın!

Yazarın Diğer Yazıları