Nerede, ne zaman kırıldı?

Dünkü yazımda sözünü ettiğim  “fay hattının kırılma süreci”  ne zaman başladı? Sorumlular kim? Eğer,  “kırılma”  önce  “milli değerlerin” kırılması, Atatürkçü düşünce ve ilkelerinden kopmaksa; dünkü gazetelerin hemen hepsindeki bir haber ve yorumlarına bakalım: AB Komiseri Olin Rehn cenapları  “Müzakere Süreci askıya alınabilir” buyurmuşlar... Şimdi yorumcular, en azından, bu genel gidiş böyle devam eder-ettirilirse,  “Atatürk’ün Cumhuriyetine, sonunda ne olur” diye düşünmüyorlar. Başlıca endişe  “AB ne der?”  Yani, T.C.’nin kaderi, Brüksel’deki Komiserlere ve kahrolası  “AB ’aç-kapa’ sürecine” bağlı! Bu sürecin sonu, nereye varır? AB  “Kriterlerine”  uyum uyum uydurulduktan, bütün milli değerlerimizden, savunma gücümüzden arındırıldıktan sonra Türkiye, AB ülkelerinin kendi politika hesaplarına göre ve ezeli  “Türk Korkusundan”  dolayı,  “uydu”  yapılır mı, diye endişe etmiyorlar... Kimse AB’nin, Güneydoğu’daki amaçlarından ve faaliyetlerinden şüphe bile etmiyor... Asıl endişe kişisel çıkarlar, getirim kaygıları ve  “aman borsa-piyasa sallanmasın” ! İşte, asıl  “kırılma noktası” bu!

Gene dünkü ve hemen her günkü gazetelerin manşetlerinde ve yorumlarında bu kırılmanın parçalarını görmek mümkün! 

Önce, kırılmanın bugünkü bir aşamasına,  “Ergenekon Davasına” bakalım; çünkü bence bu soruşturmalar sonunda, hat ya kırılacak ya da ortak zemin yerine oturtulacak.
“Ergenekon Tahkikatı”  sekiz aydır, öylesine dallandı budaklandı ve yayıldı ki, korkarım Savcı Zekeriya Öz, kaç yardımcısı olursa olsun, emrinde kaç polis olursa olsun, bu çelişkiler, yalanlar, dedikodular ve uydurma belgeler, zorla veya vaatlerle alınmış itiraflar yumağını çözemeyecek. İddianamesini toparlayamayacak! Hatta emrine dünyanın en güçlü bilgisayarı CREW verilse bile!
Eski fıkradır; CREW bilgisayarı yapıldığı zaman en önemli sorulara cevap arıyorlar... Bir Türk de bilgisayara sormuş:  “Ne var, ne yok” diye... Bilgisayar ortasından çatlamış... Korkarım, Ergenekon hakkındaki bütün verileri yükleseler, CREW, her halde patlar! 

Tahkikat şöyle veya böyle sona erecek ve inşallah gerçekler ortaya çıkacak, gerçek sorumlular belli olacak ama derin izleri, şüpheler, ülkeyi rahatsız etmeye devam edecek. İşin acısı;  “Ergenekon’u milli bir efsane belleyen, Türk Çocukları”  bundan böyle bu  “efsaneyi” unutacaklar, sadece  “Ergenekon’un” , güya bir fesat çetesi olduğunu sanacaklar. Bakın  “Ergenekon”  adlı cadde ve sokakların da adlarının değiştirilmesi düşünülüyormuş!

Bu, Türklüğün mitolojik de olsa, muhakkak gerçeklere dayanan efsanesi nasıl bir fesat efsanesine dönüştürüldü... Bunun da ucu o kırılma noktasına dayanıyor! Yumağın ucu -ipin ucu- nerede ve kimlerin elinde? Bazıları, neden şu sırada bu  “tahkikata”  önem vermekten, ivme kazandırmaktan öte, yumağı içinden çıkılmaz hale getirmek için, ortaya boyuna haberler -rivayetler- sızdırmaktalar? Asıl bu anlaşılınca, fesat  “Çetesi”  ortaya çıkar! Ama toplumda hukukta derin yaralar açtıktan sonra!

Dönelim başlangıca;  “Kırılma nasıl ve nerede başladı?”  Aslında, hepimiz bütün geçmiş hükümetler, liderler,  “alel derecat”  sorumluyuz! Pek ala kırılma noktası nerede? Bence, Atatürk öldükten sonra başlayan ve 1950’de çok partili rejim geldikten sonra, yanlış anlaşılan ve uygulanan  “demokraside” . Ve bunun neticesi olarak 27 Mayıs 1960  “darbesinde”  ve bundan çıkan cadı kazanında... Hasan Cemal, o  “cadı kazanını” ve sonra olanları, kendi rolünü anlattı... Darbeci iken nasıl bugün demokrasi kahramanı olmuş? Ve şimdi kalkmış,  “Bu kazığı ancak Demokrasi çıkarır”  diyor. Demokrasiye, ülkeye, o çomağı, kazığı kim soktu Hasan? Senin ve sözde  “devrim”  adına terör yapanların hiç mi suçları yok? Deniz Gezmiş, Yusuf İnan ve Mahir Çayan, yiğit gençlerdi ama terör yapmadılar mı? Kanadalı teknisyenleri öldürmediler, İsrail konsolosunu kaçırmadılar ve küçük Sibel’i rehin almadılar mı? Çayan ve arkadaşları Kanadalıları öldürdükten sonradır ki Kızıldere’de kıstırıldılar... Bunları unutur, 12 Mart ve 12 Eylül müdahalelerini gerektiren terörü ve faillerini unutturursanız ve fakat buna karşı 27 Mayıs “Darbesinden”  sonra yapılanları görmezlikten gelirseniz, bu, açıkça  “çifte ölçüdür” ... Ve kırılmanın sebepleri de, toplumdaki bu  “şizofrenidir” .

Çare: Önce kendi kendimize dürüst bir psikoanaliz yapmak. Sonra da  “ebedi şifa”  -unutmak- eski yaraları, tek taraflı kaşımamak... Atatürk’e Atatürk yoluna dönmek! Güç, ama imkânsız değil. Başka seçenek de yok!

Yazarın Diğer Yazıları