Kaptan nereye?..

Doğan medyasının amiral gemisi Hürriyet’in yalpaları okura,
“Kaptan Ertuğrul pusulayı mı şaşırdı?” sorusunu sorduruyor

Kaptan-ı Derya Ertuğrul Özkök’ün dümenini tuttuğu  Doğan medyasının amiral gemisi Hürriyet’e son zamanlarda bir şeyler oldu. Hürriyet’in fırtınalar kopup, memleket yıkılırken toz duman ortamında siyaset toplarına girmeyip sade suya tirit manşetlerle günü gün etmesi gözden kaçmıyor. Hükümet  sahillerinde demir atacak güvenli bir koy arayışına girmiş görüntüsü veren Hürriyet dün de ekonomimizin çok iyi yolda olduğundan dem vuran Başbakan Tayyip Erdoğan’ı manşete çekip, “TÜRKİYE ARTIK BİRİNCİ LİGDE” diye başlık attı. Gelgelelim Hürriyet’in 2 yazarı Yılmaz Özdil ve Yalçın Doğan, bu başlığı atan Kaptan Ertuğrul ile hiç de aynı fikirde değil. Bakın Yalçın Doğan, “Yiğit gidiyor, kamçı kalıyor” yazısıyla ülke ekonomisinin genel manzarasını nasıl anlatıyor: 

***

DÖRT ülke aynı kaderi paylaşıyor. Güney Afrika, Polonya, Macaristan ve Türkiye. Hangi kaderi?
Ekonomik krize en yakın olma kaderini.
Bu dört ülke ekonomik krize neden en yakın? 1- Cari açıkları yüksek. 2- Milli paraları aşırı değerli.
Bu değerlendirme kime ait? Can dostumuz, dünya ahret kardeşimiz IMF’ye. IMF’nin verdiği bu not dünyanın en önemli ekonomik dergi ve gazetelerinde yayınlanıyor. Ne zaman?
Kasım 2007’de.
O tarihte henüz ne kapatma davası var, ne türban gürültüsü, ne YÖK’e başkan olarak o lüzumsuz atama ve ne de o vatandaşın her gün çıkardığı bir başka münasebetsizlik.
Ama, Türk ekonomisi kırılgan, daha Kasım 2007’de.
Yine bana hüsran
Şimdi bir tespit.
Bir propaganda var. AKP’ye ait. “Biz ekonomide güllük gülistanlık bahçe oluşturduk, ama kapatma davası her şeyi altüst etti.”
Baştan sona yanlış. Onun için şimdi bir tespit. Geçenlerde bir TV kanalında CHP milletvekili İlhan Kesici gerçek tabloyu çok net ortaya koyuyor. Bu tablodan kaçış yok. Bir kaç temel gösterge var.
- AKP’nin iktidarı devraldığı 2003’te hane halkı borcu 4 milyar dolar. 2008’de bu borç 78 milyar dolar. AKP’ye oy veren aziz halkımız AKP ile birlikte gırtlağına kadar borca  batıyor.
- 2003’te özel sektörün borcu 44 milyar dolar, 2008’de 148 milyar dolar. Boğaza nazır masalarda AKP’ye oy vereceğini ilan eden aziz özel sektörümüz de borç batağından   nasibini alıyor.
- Kamunun iç borcu 2003’te 89 milyar dolar. 2008’de bu borç 207 milyar dolara çıkıyor. Kamunun dış borcu 2003’te 85 milyar, 2008’de 89 milyar dolar.
Bu ayrıntı ile rakamlara boğulmaktansa, özeti görmek daha iyi. 2003’te toplam borç 212 milyar dolar. 2008’de 522 milyar dolar. Borçlar iki buçuk  kat artıyor.
Tayyip Erdoğan bu rakamları biliyor, bildiği için “borç yiğidin kamçısıdır” diyor. Kendisini de, yiğit ilan  ediyor.
AKP kapatılırsa, yiğit sahneden çekiliyor. Geriye, kamçı kalıyor. Şarkıdaki gibi “yine bana hüsran var”.
Türbülans
Bu arada Erdoğan’ın önem verdiği borsa, onun döneminde yine parlak değil. 2003’te borsa endeksi 52 bin iken, 2008’de 40 bine düşüyor.
Toplam yatırımların bütçe ve milli gelire oranı azalıyor.
Bunlara rağmen, ekonomide nurlu ufuk nutuklarından geçilmiyor. Milli gelir hesaplama yöntemi değiştiriliyor, kağıt üstünde gelirimiz artıyor. Ama, önceki gün o balon da patlıyor. Milli gelirde altı yılın en düşük büyüme hızı. Temel sektörlerde   gerilime var.
Bu tespit gerekli. İki açıdan.
1- Ekonomiyi şuradan aldım, buraya getirdim, gibi buz üstünde kaydırmaca yok.
2- Yaklaşan ekonomik sıkıntının nedeni, parti kapatma davasıdır, palavrasına hiç yer yok.
Bu tablonun kayıtlara geçmesi  gerek.

+++++

EXPO

 “AB’ye girdik!”
Havayi fişek fırlattık.
“EXPO’yu aldık!”
Havayi fişek fırlattık.

**
 
Ben iddia ediyorum... Herhangi biri çıksın, “Olimpiyatı aldık” desin, yarım saat sonra 250 bin kişi toplanıp, havayi fişek fırlatmazsa, Taksim’de  anırırım.

**
   
8 Mart... TÜİK açıkladı:
“Kişi başı gelir 5.480 dolar.”
9 Mart... TÜİK açıkladı:
“Kişi başı gelir 7.500 dolar.”
31 Mart... TÜİK açıkladı:
“Kişi başı gelir 9.333 dolar.”
Havayi fişekleri hazırlayın...
Mayıs gibi, 30 bin dolar olur.

**
  
“İşsizlik azaldı.”
“Enflasyon düştü.”
“Borcumuz küçüldü.”
“Satın alma gücü arttı.”
“1 dolar 1 YTL olacak.”
“Zam yok.”
“Vergiler hafifledi.”
“İlaç ucuzladı.”
“Memur, OECD’den zengin.”
“Doğalgaz bulduk.”
“Petrol çıktı.”
“İstanbul Kültür Başkenti.”
“AB’ye girdik.”
Durmak yok, yola devam...
“20 milyar dolar akacak.”
“40 milyon turist gelecek.”
“700 bin kişiye iş...”
“EXPO’yu aldık!”
Bence hiç vakit   kaybetmeyin...
Hemen üç çocuk yapın. 

* Yılmaz Özdil / Hürriyet

+++++

Millî-Ulusal Millî Görüş
Ankara’dan okuyucum, Mali Müşavir E. Ocaklı, bana milliyet ile ulusalın farkını sormuş. Tam buna cevap verecekken bir kanalda ATO Başkanı Sinan Aygün’ün son çıkarılan (veya çıkarılmak üzere olan) ulusalcılığın terör suçları kapsamına alınmasıyla ilgili Emniyet Müdürlüğü’nün aldığı karar hakkında yapılan bir açıklamaya rastladım. Sayın Aygün:
“Yakında milliyetçiliği de terör suçu sayacaklar” diyordu.
Bu hatırlatmayı yaptıktan sonra millî ile ulusal arasındaki farkı açıklamaya çalışayım. Bence bu iki kelime, büyük ölçüde bir kelimenin veya kavramın Türkçeleştirilmesi gayretinden kaynaklanmaktadır. Ben ulus yerine millî demeyi tercih ederim. Anımsamak yerine de “hatırlamak” ı tercih ettiğim gibi, ulusalcılık biraz daha sekülerdir.
Milliyetçiliğe gelince, pek çok kere yazdım. Bu, yabancıların oluşturmak için çok uğraştıkları “nasyonalizm” anlamına gelmez. Bizim milliyetçiliğimiz Atatürk milliyetçiliğidir. Bu da şu demektir. Yayılmacı, istilacı, saldırgan değil, sömürücü değil, özellikle zalim değil. Biz, imparatorluğumuzdan beri zulümden kaçan Bulgaristan Türklerine, Kafkasya Türklerine, hatta Güneydoğudaki kardeşlerimize kadar, “zalimden kaçana kucak açan” durumunda olmuşuzdur. Milliyetçilik dedikleri, vatan ve yurt sevgisi ise imparatorluktan beri devam eden “tasfiye sürecine dur diyebilmek” adına yapılmaktadır. AB’nin raporlarındaki sularımız, Kıbrısımız, Güneydoğu topraklarımız üzerindeki oyunlar, tezgahlar, ABD’nin Kuzey Irak’taki oluşuma dair çevirdiği fırıldaklar, Osmanlının tasfiye sürecinin, onlar açısından sürdüğünü gösterir. Türklüğe hakaretin yasak olmaktan çıkarılması ise dünyada yayılmak istenen “katil Türk” imâjının daha rahat ve daha kolay işliyebilmesini sağlamak içindir. Yapılan operasyonların adına bakın. Ergenekon, Atabeyler... Atabeyler, Selçuklu tarihinden alınmış, Ergenekon, Ortaasya’dan... İşçi Partililer, Lozan’a giderek “Ermeni soykırımı yalandır” dediler. Çünkü, böyle söylemek yasaklanmıştı. Evet, medeni Avrupa bunu yasaklamıştı. Medeni ve AB’ci Avrupa, Almanya’daki Türkleri de yakıyor. Şimdi İşçi Partisi üzerinde yapılan operasyon ve tutuklamalardan sonra Ermeni diasporasının bayram ettiği söyleniyor. Bu, Lozan’da yapılan gösterilerin hepsinde de Rauf Denktaş vardı. Yani Kıbrıs’ta dönen dolaplarla İsviçre’de dönen dolaplar farklı değil. Gene de bu hareket Lozan’da aydınlar ve basın nezdinde Türklerin lehine bir hava estirmişti. İşçi Partisi’nin idarehanesinden suç delili olarak Atatürk’ün 29 ciltlik nutuklarının alınmasına ne dersiniz?
Vaktiyle basılan evlerde yakalanan Kur’ânlar ve din kitapları da böyle, suç unsuru olarak alınır götürülürdü.

***

Değerli okuyucum bir de Millî Görüş’ün bu ikisiyle farkını soruyor.Millî Görüş’ün başlıca vasfı, millî ve manevî değerleri vurgulaması, sömürgecilere karşı oluşu, (AB ve ABD’ye) ve “bağımsız” lık vurgusudur. O, diniyle, tarihiyle, halkının bütününü içeren millet anlayışıyla “millî kimliği” oluşturmaktadır. Sayın Erbakan’ın beş altı yıl önce söylediği “şimdi Türkiye’de sağcı solcu yok, millî gayri millî vardır” tesbitinin çok geniş bir çevre tarafından benimsendiği görülüyor.
Hal bu iken, iktidarın “ulusalcılığı” terör suçları arasında görmesi, çok vahim bir hatadır. Ergenekon’un da bu kapsamda yapılmakta olduğunun düşünülmesi, Sayın Sinan Aygün’ün endişelerinde haklı olabileceğini gösteriyor.

+++++

Vatan
Mehmet Tezkan

Tek adamlar demokrasisi!

AKP kapatılırsa Cumhurbaşkanı Gül’e ve Başbakan Erdoğan’a siyaset yasağı gelirse neler olacağı aşağı yukarı belli..
Bir yıl sonra seçmenin önüne üç sandık konur..
Cumhurbaşkanı seçimi..
Genel seçim..
Yerel seçim aynı anda yapılır..
Cumhurbaşkanı siyaset yasağının dışında bırakılırsa bu kez iki sandıklı seçim olur.. Çünkü siyaset bu yeni kompozisyonu taşıyamaz..

**

Aslında her kriz bir fırsattır.. Belki de bu kriz Türkiye’nin gerçek anlamda demokratikleşmesini sağlar..
AKP önümüzdeki altı aylık süreçte reformlara hız verir.. Siyasal partiler yasası ile seçim yasasını değiştirir.. Türkiye Batı anlamında demokratik bir sisteme kavuşur..
Siyaset yeniden yapılanır..
Çünkü yaşadığımız sıkıntıların altında bu sistem yatıyor.. Biz seçtiğimiz milletvekillerini tanımıyoruz, bilmiyoruz, görmüyoruz..
Görsek de üzerlerinde baskı kuramıyoruz.. Onların kanalıyla sesimizi duyuramıyoruz..
Sistem şöyle değil mi..
Parti liderleri önüne kalem kağıdı alıyor, listeyi yapıyor, seçim kuruluna veriyor..
Biz de gidip listeye oy veriyoruz..
Örneğin listenin yedinci sırasında yer alan seçimi kazanmış oluyor.. Sekizinci sırasında yer alan kaybetmiş oluyor..
Peki o kişi neden yedinci sırada da diğeri neden sekizinci sırada?
Genel başkanın takdiri..
Soruyorum..
Siz olsanız sizi ön sıralara koyan parti başkanınızı mı dinlersiniz, yoksa şu konuda yanlış yapıyorsunuz diyen seçmeninizi mi?
Tabii ki genel başkanınızı.. Çünkü bir sonraki seçimde de listeyi yapacak olan o..
Hal böyle olunca Ankara’da kimsenin sesi çıkmıyor.. Herkes tek adamın lafına bakıyor.. Kimse liderini uyaramıyor.. Yanlış yapıyoruz diyemiyor!
Çünkü kimsenin tabandan aldığı bir gücü yok..
Başımıza sık sık gelen siyasal krizlerin nedeni aslında bu eksik demokrasi..
Veya demokrasicilik oyunu..

Yazarın Diğer Yazıları