Başbuğ ve mânevîyat...

Azîz ülküdaşlarım,  “Türk Dünyası’nın Son Başbuğu”  cennetmekân Alparslan Türkeş’imizin Hakk’a yürüyüşünün üzerinden koskoca 11 yıl geçmiş. Dile kolay... Her günü neredeyse asra bedel 11 yıl... Ne mutlu Başbuğ’un emanet ettiği bu kutlu dâvâyı, “Türk İslâm Ülküsü” nü  “sözde” değil  “özde” yaşatanlara, yaşayabilenlere... Keşke onun yaktığı  “ocak” tan yetişenler, bizler hepimiz, tam mânâsıyla pişebilseydik ve layık olabilseydik o “yolbaşçı” nın gittiği Kur’an rehberliğindeki Turan yollarına... Kendi ifadesiyle  “Hak yolu, hakikât yolu, kısacası Allah (cc) yoluna!..”
Bugün Beştepe’deki kabri başında, Başbuğ’un mânevî huzurunda buluşacak onbinler... O’nu her zaman olduğu gibi Hakk’a yürüdüğü bugün de azîz ruhuna Fatiha’lar, Yasin’ler, Tebareke’ler ikram ederek anacak milyonlar!..
Haydi gönül gönüle verelim, çok arzu ettiği  “gönül seferberliğini”, önce biri birimizin kalplerini yeniden kazanarak başlatalım, milletimizle bir daha, bir daha kucaklaşalım!..
“Derviş Yunus” layın “Sevelim, sevilelim...” Zalime, haine, soysuza karşı elbette  “Yavuz” luğumuzu hissettirelim, biri birimize karşı değil!..
Bugün sizlere Maltepe Türk Ocakları’ndaki gönüldaşlarımız tarafından hazırlanıp e-posta olarak gönderilen Başbuğ’un mânevi görüşlerinden bir demet sunacağım. Buyurun hep beraber okuyalım ve istifade edelim...

Mânevî kalkınma...
“Türkiye’nin iktisaden kalkınmasının gittikçe artan bir mânevî boşlukla noktalanmaması için, daha şimdiden maddî ve mânevî kalkınmayı birlikte değerlendirmek gerekmektedir.
Demek ki, iktisadî kalkınmayla maneviyatın münasebetini sadece kalkınmayı hızlandırmasından ibadet değildir. Ruha, mânâya, insana yöneliş, Allah’a bağlılığın güçlenmesi, insanlarımızın maddî konfor kadar derin bir iç huzuruna kavuşması, hülâsa sağlıklı bir toplum haline gelmek ülkemizin en büyük dâvâsı ve bizim en büyük ülkümüzdür.
Bu ülkünün başarılması, Türk Efsânesi’nde mânâsı sembolleştirilen şekilde, insanın demir dağları eritmesi demektir. Bugüne kadar insanlığın büyük başarıları bu mânâyı temsil etmiştir. O halde, insanlığın tümüyle, ruha, mâneviyata, inanca susadığı bu çağda, Türkiye için asıl mesele, maddî kalkınmanın yanında manevî gelişmeyi sağlamaktır. Bizim insan anlayışımız ve mânevî görüşlerimiz, Türk - İslâm Medeniyeti’nin metafizik, ahlakî-insanî değerlerinden kaynaklanmakta ve çağımızın gerçeklerine yönelmektedir.”

* * *

“İlk Müslümanlara yapılan işkenceleri çoğumuz -maalesef hepimiz değil! biliriz. Bir Bilâl-i Habeşî’yi hatırlayınız! Kendisi köledir, ilk Müslümanlardandır. Günlerce işkence görmüştür. Ağır kayalar altında inletilmiştir. Arabistan çöllerinin kızgın kumlarında dağlanmış, günlerce susuz bırakılmıştır. Vücudu yara bere içindeyken, tuzlanmış taze deriye sarılıp kızgın güneş altında kurumaya terk edilmiştir.
Bu işkencelerden kurtulması için Allah’ın yolundan döndüğünü söylemesi yeterdi. Ama, O’nda öyle bir iman, öyle bir aşk vardı ki, dâvâsını tercih etmiş, işkencelere büyük bir mânêvî haz içinde göğüs germiştir.
Bu akıl almaz işkencelere verdiği tek cevap ‘Allah birdir’ olmuştur.
Zaten sahâbede bu iman olmasaydı, İslâm’ın güneşi bu korkunç
engelleri nasıl aşardı? İslâm Medeniyeti’ni kuran pek çok faktörler vardır ama iman, muhakkak ki baş faktör olmuştur.
Şanlı Çanakkale müdafaamızı hatırlayalım. Bu kanlı olduğu kadar şanlı müdafaada Türk milleti 250 bin evladını kaybetmiştir. Asrın en modern silahları siperlere ölüm kusarken Mehmetçik gerilememiştir. İstiklâl şairimiz Mehmet Akif Bey şu beyti ile manzarayı çok güzel tasvir eder:
Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.
‘Bomba şimşeklerini’, ‘göğsüyle söndüren’ o arslan nefer, bu gücü
nereden alıyordu? Bir tek kaynaktan: İman... Her askerî birlik, mutlaka şehit düşeceğini bile bile büyük bir şevk ve imanla hücuma kalkmıştır. Çoluğunu çocuğunu, karısını, anasını, babasını geride bırakarak ve silah arkadaşlarıyla helâlleşerek bu askeri ölüme gönderen güç, imandı.”

* * *


“Evvela kalkınma için birinci sınıf ilim adamları gerektirmektedir. Teknik ilimlerde olduğu gibi sosyoloji, ekonomi, tarım, sanayi, eğitim, kültür sahalarında birinci sınıf elemanlar. Böyle bir insan temeli olmadıkça kalkınma mümkün olmaz. Bu ‘birinci sınıf ilim adamları’ kadrosunu sadece onları bilgiyle techiz etmek suretiyle yetiştirmek mümkün değildir. Onlarda büyük bir ilim aşkı, hizmet heyecanı, üretme şevki, engin bir millet ve insan sevgisi olması gerekir. Kendi toplumuna yönelen bir sevgi ve heyecan olmadıkça, bilgi seviyesi ne olursa olsun, bu öncü kadrolar taklitçilikten ve verimsizlikten kurtulamazlar. Türkiye’de iki asırdan beri türlü başarıya rağmen kalkınma davasının bir türlü başarıya ulaşmamış olmasının önemli sebeplerinden biri budur.
 Bu millî ve evrensel gerçeği dikkate aldığımız içindir ki, bizim doktrinimizde ‘ülkücülük’ve ‘ilimcilik’ yan yana getirilmiştir.
Ancak toplumun tamamı büyük medeniyetlere kaynaklık eden cinsten bir imanla, aşkla, ülküyle, heyecan ve enerjiyle dolmadıkça, sadece ilim kadrolarının bu vasıflara sahip bulunması yeterli olmamaktadır. İnsan sevgisi, kalkınma heyecanı, iman, ilim aşkı, üretme şevki ve çalışkanlığın mânevi bir haz haline gelmesi bütün topluma yayılmalıdır. İnançlı, dürüst, ilmin rehberliğine inanmış, enerjik, çalışkan nesiller milletlerin gerçek kurtarıcılarıdır. Tarih ispat etmiştir ki, inanç ve aşk insanları daha güçlü yapmaktadır. Milli enerjinin seferber edilmesi, aşılmaz zannedilen darboğazların kolaylıkla aşılmasına sebep olacaktır.”


Ozan Arif’ten
                     Dört Nisan
Dört nisan doksanyedi, alelade gün değil,
Kara günsün, kara gün! Bu bir gerçek, kin değil,
O kadar karasın ki tarifin mümkün değil
 Başbuğ’un başımızdan çekildiği günsün sen,
           Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Çekildiği diyorum, sor bana hele niye?
Çünkü dilim varmıyor ona öldü demeye,
Varmasa da mecburum, mecburum söylemeye...
 Bize yetim gözüyle bakıldığı günsün sen,
       Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Çok acılar görmüştüm, ama bu kadar derin
Olanı görmemiştim, bu da senin eserin
O kara akşamında, kapkara bir haberin,
 Beynime kurşun gibi sıkıldığı günsün sen,
      Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Belki senin suçun yok, belki benimki hata,
Her can günün birinde göz yumacak hayata,
Fakat sen bir başkasın, sen var ya sen, adeta,
 Ciğerimin yerinden söküldüğü günsün sen,
         Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Altaylar’dan Tuna’ya libas giymiş hüzünden,
Özünden ağlıyor bak, bütün Turan özünden.
Müslüman Türk evladı olanların gözünden,
 Yaş yerine kanların döküldüğü günsün sen,
         Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Başbuğ Türkeş yok artık, bulabilmek imkansız
Herkesin acısını bilebilmek imkansız,
Her yüreğe tercüman olabilmek imkansız,
 Her yürekte bir ağıt yakıldığı günsün sen
     Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
Türkeş gibi bir lider ne çıkmıştır, ne çıkar
Yıkar onun acısı, Arif ‘i artık yıkar
Ateşin kanunudur düştüğü yeri yakar,
 Bozkurtların boynunun büküldüğü günsün sen,
    Dünyanın başımıza yıkıldığı günsün sen!
                                             Ozan Arif

Yazarın Diğer Yazıları