Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Durmuş HOCAOĞLU

Durmuş HOCAOĞLU

Modernite ve Aile

Türkiye -ve tabiatiyle Türk cemiyeti de- modernitenin kurucusu olmamasına  rağmen, onun bütün sancılarını yaşayan bir ülke ve cemiyet. İmdi Türkiye’nin ve Türk cemiyetinin moderniteye, tarihî arka planındaki katkıları dışında herhangi bir katkısı bulunduğu söylenemez; modernite, eğrisi ve doğrusu ile bir Batı ürünü. O’nun kuruluşu ve yükseliş safhalarına hiçbir kademesinde münhasıran Türkiye’nin ve Türk cemiyetinin değil ve fakat topyekûn Batı dışının doğrudan bir katkısı, bir payı yok, çilesini çekmemiş, bedelini ödememiş; hâl böyle, ama sıra onun sonuçlarına gelince bütün Batı dışı dünya gibi Türkiye ve Türk cemiyeti de sancılarını çekmekte ve bedel ödemekte, yerine göre Batı’dan daha ileri gitmiş olarak; hem de bâzı hususlarda çok fazla. Şaşırtıcı değil elbet de bu sonuç, eşyânın tabiatı muktezâsından olduğu gibi modernitenin nevi şahsına münhasır hassa ve husûsiyetlerinden dolayıdır da.

Modernitenin hâsıl ettiği birçok netîce var, menfîsi ve müsbetiyle; hangisi daha baskındır, yâni modernitenin getirileri mi daha fazladır götürüleri mi, burası ayrı bir mevzû, lâkin, artık menfîlerinin müsbetleri gölgede bırakma eğilimi gösterdiği bir çağ içinde olduğumuz da reddedilemez, ki çok tehlikeli bir gidişe işâret eden bu gelişmelerden en mühimi, insanın tabiattan da önce bizzat kendisi kendi varlığı üzerinde icrâ etmeğe başladığı yıkıcılıklar olup, bunlardan birisi de nesebin karışması ve buna bağlı ve bağlantılı olarak âilenin ağır bir yıkım dalgasına mârûz kalmasıdır. Batı şimdilerde bunu çok sancılı bir şekilde yaşıyor, ama Batı dışının da henüz o kertede olmamakla birlikte bâzı bakımlardan ondan geri kalır hâli yok diyebiliriz..

İşin aslı şu; dobra dobra konuşmak gerekirse, âile, modern ülkeler başta olmak üzere bütün dünyada derin bir krizle karşı karşıya.

Bu krizin, henüz “âile çöktü” denebilecek kadar ağırlaşmış bulunduğunu söylemek şüphesiz yanlış olur; ancak, krizin bu istikamete yönelmiş olduğunu söylemek da mübâlağa addedilmemelidir.
Nedir bu krizin emâreleri denecek olursa, çok kalın çizgilerle şunları sıralayabiliriz: Âilelerde çocuksuzlaşma, nüfûsun durması ve hattâ düşmesi; evlilik dışı kadın-erkek münâsebetlerinin yaygınlaşması, bâzı ülkelerde bu yaygınlığın aşırılaşması ve hattâ cemiyet tarafından anormal statüden çıkarılarak normal addedilmeye başlanması; gayri tabiî cinsî yakınlaşmaların sıradan ve normal addedilir hâle gelecek kadar yaygınlaşması; bilhassa aynı cinsten olanların evlenmesinin hukuken ve dinen tasdîk edilmesi; birinci dereceden kan bağı ile bağlı olanlar arasında cinsî yakınlaşma demek olan “ensest”in ve çocuklarla cinsî münâsebet demek olan  “pedofili”nin (sübyancılık) de henüz hukuken ve dinen meşrûlaştırılmamış olmakla berâber sıradanlaşması ve daha da ilerisinde, “ayıp”  duygusunun zâil olması ve daha daha ilerisinde, ayıp olanı ayıplamanın ayıp addedilmesi. Vâkıa bu gibi cinsî davranış bozukluklarının Batı’da, ibrâ edilmiş bir müessese olarak hayli eski bir tarihi vardır; tâ Antikite’den beri bir şiddet cemiyeti olan Batı’nın aynı zamanda bir sapkın şehvet cemiyeti olduğuna da dikkat edilecek olduğu takdirde, bu bozukluklar bir yere kadar ‘normal’ sayılabilirse de yine de belirli bir ciddiyeti olan Kilise’nin uzun asırlar boyunca verdiği mücâdele ile yok edilememiş olmakla birlikte, bastırılmış olan bu eğilimler Batı’da dinin fonksiyonelsizleşmesi ve bilhassa Avrupa’nın Hıristiyanlık Sonrası Çağ’a (Post-Christian Era) girmesine paralel olarak bir patlama dönemine girmiş bulunmaktadır.

Tabiatiyle, bir Batı hegemonyası olan çağımzıda Batı’da olup biten her şey bütün dünyayı derinden etkilediği için bu gelişmeler Batı ile tahdit edilmiş olmuyor, bütün dünyaya yayılıyor ve tabiî bize de; vâkıa henüz alarm verecek kadar değil ama vaziyet, bence, ciddiyetle ele almayı gerekli kılıyor.

Türk aydınlarının boş-boş kaldır-indir aynı siyâsî sakızları çiğnemeye hiç olmazsa biraz ara verip bu mevzûlara da kemâli ciddiyetle eğilmesi lâzım bence. 

Yazarın Diğer Yazıları