İran'da büyük endişe: İran, Türkiye olur mu?

Birkaç gün önce Hayri Köklü ile birlikte Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk ile buluştuk, saatler süren bir sohbette bulunduk, siyasi süreci konuştuk,  “Türkiye’nin kan damarlarına şırınga edilen zehirler ve panzehirler”  üzerinde durduk.

Bir arasöz İran’a Amerikan müdahalesi tartışmalarına, oradan da çağrışımla  “Türkiye İran olur mu, Türkiye Malezya olur mu, Türkiye Cezayir olur mu?”  sorularına geldi.

Öztürk, İran’a konferans için davet edildiğini, ülke hakkında bir fikir edinmek için köylere kadar gezdiğini anlattı ve zihin notlarıma göre şöyle dedi:

“Bizde son zamanlarda hâkim kılınmak istenen taassup, İran’da yok. Örtünme bile Türkiye kadar abartılı değil. Mesela kadının saçı görünüyor! Kimse de bunun günah olduğunu iddia etmiyor.
Diğer taraftan, hepimiz görüyoruz ki İran bağımsız bir dış politika izliyor. Türkiye’deki Amerikan etkisini dikkatle takip ediyorlar. Türkiye bağımsızlığını kaybederse, bu devrimin İran’a ihraç edileceğinden endişe ediyorlar.

Biliyorsunuz geçmişte, Türkiye’de İran’ın devrim ihracından söz edilirdi. Şimdi İran’da Türkiye’den gelebilecek devrim ihracına karşı önlem alınıyor. Çünkü Amerika’nın İran halkı üzerinde etkili olamayacağını, fakat Türkiye’yi kullanması halinde durumun farklı olacağını öngörüyorlar.
Kısacası, ben İran’da ’İran Türkiye olur mu?’endişesi gördüm.”

Kuran’a göre bağımsızlık
Yaşar Nuri Öztürk,  “Türkiye’yi kemiren ihanet; Allah İle Aldatmak”  adlı yeni çıkan kitabını da bizim için imzaladı ve Türk Milleti’nin başındaki büyük musibetlerin, hep  “Allah ile aldatılmak”  yüzünden doğduğunu, aldatanların şeytan ile işbirliği yapanlar olduğunu söyledi.
Öztürk,  “Kur’an’a göre bağımsızlık”  konusunu şöyle anlatıyor:
“Kur’an’a göre, özgürlük, bağımsızlık istitaattır; o tâbiri Kur’an kullanmıştır. İstitaat, güç yetirme demek. Bundan da İslam fıkhı bin yıl boyunca iki şey anlamıştır: Güvenlikte istitaat, ekonomide istitaat. Kurtuluş Savaşı’nı veren dedelerimiz ne demişler? İstiklal-i tâm. Tam bağımsızlığı da neyle perçinlemişler? 1920’de Mustafa Kemal’in gönderdiği  Misak-ı Millî Beyannamesi’ni, Osmanlı parlamentosu son toplantısında kabul ediyor. Misak-ı Millî, coğrafî manada bağımsızlığın çerçevesi.  İzmir İktisat Kongresi’nde bunun öbür yarısını karara bağlamışlar: Mîsak-ı İktisadî. Yani ekonomik bağımsızlık. Bu yoksa öteki de yoktur.  Birincisi, istitaat kelimesinin güvenlik kısmıdır; ikincisi, ekonomik kısmı.

Daha Kurtuluş Savaşı bitmemiş, Kurtuluş Savaşı’nın tam içindeyiz. İzmir’de bir İktisat Kongresi tertipleniyor. Kurtuluş Savaşı bir yandan sınırların bağımsızlığını sağlamaya çalışırken öbür yandan bunun içine, yüreğini koymak üzere Misak-ı İktisadî yani ekonomik misakı orada alıyorlar.
Bakın, Cumhuriyet’in mimarları bunu nasıl keşfetmiş. İlahiyatçı olduklarından değil, akıllarını kullandıklarından. Aklını kullanan herkesin yaptığı iş Kur’an’ın istedikleridir. Kim olursa olsun, ne adına bunu yaparsa yapsın oraya çıkar. Şimdi, Türkiye’nin bu manada bir bağımsızlığı var mı? Türkiye’nin Misak-ı İktisadîsi paramparça edilmiş. 435 milyar Dolar borcu olan bir ülkenin Misak-ı İktisadîsi diye bir şeyi olamaz. Şimdi Misak-ı Millî’ye geldik. Şimdi, Misak-ı Millî de ufaltılıyor ve parçalanmaya başladı. O halde Türkiye, bizim bu toprağın altında yatan şehit dedelerimizin kanlarının imzaladığı manada bağımsız bir ülke olmaktan çıkmıştır. Ve bugünkü yönetimlerde, bu gidişle Türkiye’nin bu bağımsızlığı tarumar olacak ve Türkiye’yi parça parça edeceklerdir. Gidiş orayadır. Bu yönetimlerle başka bir yere gitmemiz mümkün değil.”
Ne dersiniz, İran Türkiye olur mu?

Yazarın Diğer Yazıları