Sanki çiftlik!

TRT Genel Müdürü Şahin’in TRT Haber Dairesi’ne transfer ettiği 13 kişinin ortak özellikleri, Aksiyon, Cihan Haber Ajansı ve Kanal 7 gibi, AKP’ye yakın medya kuruluşlarından gelmiş olmaları...
TRT Genel Müdürü İbrahim Şahin, AKP’yi destekleyen medya kuruluşlarında çalışan kişileri sözleşmeli olarak TRT Haber Dairesi’ne yerleştirmeye başladı. İşe başlatılan 13 kişinin ortak özelliklerinin Aksiyon, Cihan Haber Ajansı ve Kanal 7 gibi kurumlarda çalışmış olması...
TRT Haber Dairesi’nin Ankara, Erzurum, Trabzon ve Antalya bürolarında kadrosuz muhabir devri ilk kez yaşandı. Zaman gazetesinde editör iken Kültür ve Turizm Bakanlığı Basın Danışmanı olan Ahmet Turan Ayhan’ın ardından bakanlıklardan iki transfer daha gerçekleşti. Aksiyon dergisi eski Ankara Temsilcisi olan Birol Uzunay, Bayındırlık Bakanlığı Basın Müşavirliği’nden sonra TRT’ye geçti.
Geçmişte TGRT, Kanal A gibi kuruluşlarda çalışmış olan ve son olarak Tarım ve Köyişleri Bakanlığı Basın Müşavirliği görevini yürüten Tunç Tuncel de, yatay geçişle TRT’ye geldi. Böylece farklı bakanlıklardaki basın müşavirliği kadrosu TRT kadrosuna geçmek için basamak haline geldi.
Şahin, bu 3 kişinin yanı sıra ’götürü bedelli hizmet alımı sözleşmesi’ile de AKP’yi destekleyen özel medya kuruluşlarından 10 kişiyi daha TRT’ye transfer etti.
Şahin, TBMM gündemindeki TRT Kanunu Tasarısı’ndaki 300 kişilik TRT’ye sözleşmeli personel alma hakkını kullanarak bu kişileri doğrudan TRT’de istihdam edebilecek. Mevcut durumda farklı programlarda sözleşmeli olarak gösterilen bu kişiler, Şahin’in talimatıyla, TRT yönetmeliklerine aykırı olarak TRT Haber Dairesi’nde göreve başladı. Normalde bu kişilerin TRT Haber Dairesi’nde çalışabilmeleri için KPSS’ye girmiş olmaları, TRT’nin ilan edeceği sınav ile yazılı ve sözlü aşamalarda başarılı olmaları ve bunun ardından 3 yıl stajyerlik yapmaları gerekiyordu. Ancak Şahin’in talimatıyla göreve başlayan 13 kişi, bu aşamaları es geçmiş oldu.
Kimler alındı?
Aksiyon dergisinden Abdülkadir Beşikçi, Cihan Haber Ajansı’ndan Hasan Basri Erdem ve Burhan Torunlar, Milletin Sesi gazetesinden Muhammet Murat Avar, Kanal 7’den Murat Nuhoğlu muhabir olarak işe başladı. Murat Demirci, Rahmi Şener, Levent Çakır ve Erdoğan Baycan sözleşmeli muhabir oldu. Kanal 24’ten Faruk Ayaz kameraman, Kanal A’dan Anda Ayva spiker olarak TRT Haber Dairesi’nde işe başladı.
* Yıldız Yazıcıoğlu / Milliyet


++++++

Ayaklar baş olursa...
Türkiye’de “kıyamet kopuyor!”
Neden?
Çünkü Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” dedi.

* * *

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bu önermesi doğruysa, yani “Ayaklar baş olduğunda kıyamet koparsa”, Türkiye’de şu anda “Kıyamet koptuğuna” göre, demek ki “Ayaklar baş olmuş.”
Tabii o zaman soru şu oluyor:
Başbakan böyle konuştuğu için mi “Ayaklar baş oldu”, yoksa “Ayaklar baş olduğu” için mi Başbakan böyle konuştu?
Bir başka soru da şu:
 “Kimler baş kimler ayak?”

* * *


Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “Ayaklar baş olursa kıyamet kopar” sözünü, işçi örgütlerinin 1 Mayıs bayramını Taksim meydanında kutlamak istemeleri üzerine söyledi.
Böylece işçiler, ünlü deyimle “Ayaktakımı” olarak nitelenmiş oldu.

* * *

Bu “Ayaktakımı” sözcüğü bana ünlü CHP’li politikacı, Kıbrıs çıkartması sırasında Türkiye’nin Dışişleri Bakanı olan rahmetli Turan Güneş ’in bir şakasını anımsattı:
 “CHP’de bir A takımı bir de B takımı var” derdi Güneş.
Arkadan, “A takımı, Ayaktakımı, B takımı Beyin takımı” diye de eklerdi rahmetli.

* * *

Türkçede başka sözler de var.
Örneğin: “Kestane kabuğundan çıkmış da kabuğunu beğenmemiş” gibi.
Veya “Kişi noksanını bilmek kadar irfan olmaz” gibi.

* * *

Demokrasiyi içlerine sindiremeyenler, onu insanların bir yaşam biçimi , toplumun refahı ve mutluluğu için bir amaç olarak değil, sırf kendi iktidarları veya hedefleri için bir araç olarak görenler bu hatayı hep yapıyor:
Yönetime geçer geçmez, “ Biz ” ve “ Onlar ” ayrımını topluma dayatıyorlar .
“ Biz ” ve “ Onlar ” arasındaki ayrım ölçütü kimi zaman ideolojik, kimi zaman siyasal, kimi zaman etnik, kimi zaman milli, kimi zaman dinsel ya da mezhepsel de olsa, esas çizgi “Bize destek verenler ” ile “Bize destek vermeyenler ” ekseninde çiziliyor.

* * *


Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının kurduğu, İsmet İnönü ’nün geliştirdiği, 1961 Anayasası ’nın kurumlaştırdığı, 1982 Anayasası ’nın yozlaştırdığı ama ortadan kaldıramadığı “ Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti ” olan Türkiye Cumhuriyeti bütün demokratik ve laik rejimler gibi “Seçkinlere” göre değil, “Ortalama vatandaşa” göre düzenlenmiştir.
Ama ne yazık ki Çok Partili Demokrasi’ye geçtiğimiz tarihten beri, seçimle iktidara gelen bütün “Ortalama vatandaşlar”  “Seçkinliğe” özenmişler, arkalarındaki oy gücünü yanlış yorumlayıp “popülist baskıcılığa” yönelmişlerdir.

* * *

Ben Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a, annemin ağzından hiç düşürmediği bir başka deyişi anımsatmak istiyorum:
 “Sev beni seveyim seni!” 
*  Emre Kongar / Cumhuriyet


++++++

AB’nin Yolu
AB yolunda tek engel Kıbrıs’tı. “Yes be annem” ciler kazandırıldı; AB yolundaki engel Denktaş , AKP tarafından tasfiye edildi; Washington ve Brüksel’in güvenini kazanmış Talat iktidara getirildi ama AB yolu yine açılmadı.
Şimdilerde, “Türkiye’nin garanti anlaşmalarına dayalı olarak” adada bulundurduğu askerlerinin çekilmesini istiyorlar. AB kriterlerine göre adada yalnız İngiliz, Yunan ve Rum askerleri bulunabilirmiş!
- AB yolundaki diğer bir engel de Güneydoğu. AB, “PKK ile masaya oturun, Brüksel yolu açılacak” diyor. AKP iktidarında DTP Meclis’e sokuldu; AKP hükümeti, Barzani ile masaya oturmaya hazır. AB yolu yine de açılmadı...
- AB’nin yolu Patrikhane’den de geçiyor. Lozan’ın dışına çıkarılmış bağımsız ve siyasallaşmış bir din devleti, AB yolunu kapatan başka bir engelmiş. Bu talep de yerine getirilirse AB kapısı açılacakmış...
- Ermenilere tazminat ödenmesi, başka bir AB engeli. Listede bu da var...
- AB’nin yolu Dicle ve Fırat’tan da geçiyor. Onlar da devredilmeliymişler... Belgelere bile yazıldı.
- Yalnız nehirler değil madenler, limanlar, ormanlar, bankalar da AB yolundaki engeller. Kısaca, “AB’nin yolu Sevr’den geçiyor”.
Adım adım nereye?
AB’nin Türkiye politikası çok açık; fiilen yapılanlar, belgelere yazılanları ve istenenleri alt alta koyduğumuz zaman AB’nin yolu, ayrıştırılarak parçalanmış ve sömürgeleştirilmiş bir ülkeden geçiyor.
- Kürdistanı, Patrikhane devleti ile üçe, dörde bölünmüş bir ülke...
- AB’nin içine alınsa alınsa Patrikhane devleti alınır. 2025 yılında Avrupa Birleşik Devletleri’nin başkanı, “17 yıl önce O. Rehn adındaki Komisyon üyesi çok doğru bir laf etmişti; bakın Türkiye’nin bir parçasını AB’ye aldık” diyecektir.
Aptalları oynayanlar
Ülkeyi yöneten oligarşi AB sürecinin Türkiye’yi nereye götürdüğünü çok iyi biliyor. Bile bile bu işi yürütenler, neyin peşindedir?
1) İşbirlikçi dinciler, AB’yi zaten arkalarına almışlar. Onlarla alışveriş yapıyorlar. Yollarını AB’ye açtırıyorlar.
Cumhuriyete karşı anlaşmışlar. Graham Fuller ’in son kitabında itiraf ettiği gibi, geçen yazımda anlatmıştım...
2) AB sürecinde en gönüllü olanlar bölücüler. Onlar, AB marifetiyle Türkiye’yi parçalayıp amaçlarına ulaşmak istiyorlar.
3) Batı kapitalizminin Türkiye’deki yerli ortakları ise “hem ağlarım hem giderim” oyununu oynamak zorunda kalıyorlar.
Bu üç grup da “AB yolunun hangi istasyonlardan geçtiğini” çok iyi biliyor. Ancak Türkiye’nin esas sorunu, “ bu gruplar dışında bulunan büyük çoğunluğun ” Sevr sürecine karşı bütünleşememesi, net bir siyasi irade ortaya koyamaması.
- CHP ve MHP, “AB süreci karşısında nerede duruyor? Somut girişimleri neden yok” ?
- İşçi sendikaları “ işçiye neden bu kadar uzak” ? AB süreci işçiyi yok ederken neden somut eylemlere girişmiyorlar?
- “AB’ci” iş çevreleri dışındaki iş dünyası, sanayici ve çiftçi neden tepki veremiyor?
- Meslek odaları, biz Atatürkçüyüz diyen kurumlar ve sivil toplum örgütlerinin gerçek duruşları nasıl? Neden “yüzeysel bir Atatürkçülük ve laiklik düzeyinde kalıyorlar” ?
AB süreci Cumhuriyeti tasfiye ederken “neden görmezlikten geliyorlar” ? Sakın kalkıp kimileri, “AB bizim devlet politikamızdır” demesin, yoksa herkes kendilerinin “örtülü bir işbirlikçi” olduğunu düşünmek zorunda kalır.
Herkes yerini almalı
- Oligarşinin, “AB süreci” adı altında yürüttüğü ve dış odaklarca desteklenen operasyon, belgeleri ve uygulamalar ile apaçık ortada.
- Biz muhalefetiz diyen siyasal partilerin, sendikaların, biz Atatürkçüyüz diyen meslek odalarının ve sivil toplum örgütlerinin, “gerçekten nerede durduklarını” açık seçik ortaya koymaları gerekir.
* Erol Manisalı / Cumhuriyet


++++++

Basından basına basın yasağı
İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi öğrencilerinden biri geçen hafta öğrencilerin hazırladığı okul gazetesi için röportaj yapmak üzere yola çıktı. Gideceği yer Sabah Gazetesi, konuşacağı kişi de önemli yazarlardan biriydi.
Öğrenci ses kayıt cihazı ile fotoğraf makinesini da yanına almıştı doğal olarak. Ancak gazetenin kapısında kendisine “fotoğraf makinesi ile içeri giremeyeceği” söylendi. Bunun için bir iç yazışma yapılması gerekiyormuş.
Röportajı verecek olan yazarın da ricaları para etmedi. Sabah’a, çalışanların dışında birinin fotoğraf makinesi ya da kamera ile girmesi yasak.
Bu yasak yeni mi kondu yoksa bir devlet kurumu olan TMSF zamanında da var mıydı bilmiyorum. Çok da merak etmiyorum. Ama bir basın kuruluşunun saklayacak neyi olduğunu da düşünmeden edemiyorum.
Öte yandan bu garip muameleye henüz mesleğinin ilk adımlarını atmaya çalışan bir iletişim fakültesi öğrencisine uygulamak daha da garip. Düşünüyorum da o öğrenci daha ilk günden basına karşı öfke duymaya başlamıştır bile.
* Can Ataklı / Vatan


++++++

NAZLI’NIN MANTIĞI
Dindar değilse teşhir serbest!
Bu adam dindar filan değil ki! Dolayısıyla, “Bizden olanı teşhir etmeyelim” psikolojisine
girmeye gerek yok...
* Nazlı Ilıcak / Sabah

Yazarın Diğer Yazıları