19 Mayıs 2008 Yazısı

Köşemin cefakeş (benim cefamı çeken)  editörü sevgili  “Kerrar”  Esat Atalay,  “Abi, 19 Mayıs yazısı yazmayacak mısın?”  diye beni uyardı...  “Çok yazdım, ama şu sırada yazmak içimden gelmiyor.” dedim.
Aslında,  içim çok dolu! Bandırma Vapuru yolculuğunu, oradan Sivas’a kadar uzanan  “yürüyüşü” , Mustafa Kemal’le beraber olan Yaveri amcam Muzaffer’den her defasında aynı heyecanla dinledim. Ve yıllarca bu  “epik”  yolculuğun, Türkiye’nin düşman istilasından kurtuluşunun ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun  “başlangıcının”  bu 19 Mayıs 1919’da başlayan  “macera”  olduğuna,  sevgili Turgut Özakman gücenmesin; asıl  “Diriliş” in de o gün başladığına inandım, inandık! 19 Mayıs 1919 köhnemiş bir şeriat devletinin  “sonunun”   başlangıcı idi!

Seksen dokuz yıl sonra
Tarih 19 Mayıs 2008; aradan 89 yıl geçmiş, o  “epik” mücadeleden sonra ülkenin  “durumu ve genel görünüşü”  ülkenin (Vaziyet ve Manzara-ı Umumiyesi) 1919 ’dakinden de daha kötü!
Bu kadar kan, ter ve gözyaşından ve parlak umutlardan sonra nasıl oldu da bugün, gene aynı  “duruma ve manzaraya” döndük? Ve bugün, aynı  “gaflet, ihanet hatta dalalet sahipleri”  ülkede medya kanallarında ve köşelerinde, Ali Kemal, Refık Halit ve Sait Molla gibi ahlaksızca ahkâm kesiyorlar? 1919’larda medya sadece gazeteler ve dergilerdi ve etkileri mahdut idi! Bugün ise medya, çoğunlukla gaflet sahibi holding erbabının elinde ve yazarları, konuşanları  “ihanet ve gafletlerini”  daha geniş vatan sathına saçıyorlar. Daha da kötüsü, üniversitelerde, sözde aydın profesörler, öğretim üyeleri, Mustafa Kemal’in eserini devrimlerini, ilkelerini emanet ettiği gençlerin beyinlerini pervasızca yıkıyor, akıllarını karıştırıyorlar!  

Millici-milliyetçi düşmanları
Mütareke İstanbul’unda hainlerin, gafillerin baş düşmanları ve korkuları  “milliciler” ve  “millicilik”  idi... Bugün de,  “milliyetçilik - ulusalcılık” ve  “milliyetçiler.”  Asıl acı olan, bu düşmanlık da artık kanıksandı; Milliyetçiliğe, Ulus Devlete, bayrağımıza, hatta İstiklal Marşımıza karşı yazılı, sözlü saldırılar yadırganmıyor, tepki çekmiyor!  “Milliyetçilik” , adeta küfür oldu!
1919’da  “Kürt Teali Cemiyeti”, “İngiliz Muhipleri Cemiyeti”  Patrikhaneye bağlı  “Etniki Eterya”  Cemiyeti vardı. Bugün Patrikhane  ekümenik -özerk ve egemen- olacak Kürtçüler, PKK, TBMM’de AB süreci ve ismi konmamış bir ABD mandası var! Mübalağa mı ediyorum demagoji mi yapıyorum? Hayır; aynıyla vaki! Döndük dolaştırıldık, gene   “Sevr” e getirildik.  “Lozan”  adeta düşmüş oldu ve olmakta!

Kutlama mı?
Ve bütün bunlar gerçekken, 19 Mayıs  “Bayramını coşkuyla” kutlamak. Ne Bayramı? Neyin “coşkusu?”
 Dün, 19 Mayıs günü  “büyüklerimizin” , Cumhurbaşkanı Gül’ün, AKP’li Bakanların vb.. Mustafa Kemal hakkında söyledikleri, Anıtkabir defterine yazdıkları övücü sözlerin samimiyetine inanıyor musunuz? Ben kesinlikle inanmıyorum! Bunlar, Mustafa Kemal’i, Atatürk’ü, devrimlerini özümsemek bir yana, geçmişte açıkça aşağılamışlardı.  Şimdi de durum ve konum icabı rol yapmaktalar. Ama ne var ki, bu bir tiyatro oyunu değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin varoluşu söz konusu. Bu  “oyun”  oynanırken, uyumuşuz. Son perde inmeden uyanacak mıyız? İşte mesele bu!
Ne oldu bize? Özellikle son elli yılda  nerede yanlışlar yaptık da bu  “ahval ve şeraite”  geldik. Hem psikanaliz, hem de siyasi analiz yapmak gerekli; otopsiye gerek kalmadan, doğru teşhis koymanın zamanıdır! Mustafa Kemal’in  “Gençliğe Hitabesi”  âdet yerini bulsun diye dağıtılmamalı, her kelimesini içimize sindirerek, gerekenlerin yapılmasının zamanıdır!... Çok geç olmadan.  

Gözlerim yaşlı...
Ben bugün önemli günde bayram yapamıyorum, aksine tarifsiz acılar içindeyim! Belki, bu mücadelenin başlangıcının son tanıklarından biri olduğum için!
Televizyonlarda Mustafa Kemal’e, Kurtuluş Savaşı’na dair Filizlere, bayrağımızın dalgalanmasına bakarken, ben ve eşim, açıkça ağladık. Sadece nostaljiden, yaşlılıktan değil! Bu gözyaşlarımız 19 Mayıs 1919’dan sonra kazanılanların, şimdi  “demokrasi”  ve AB uğruna, elimizden kayıp gittiğine dökülen gözyaşları!
Sevgili Turgut Özakman’a yeni, muhteşem eseri DİRİLİŞ yayınlandığında, acıyla sormuştum; Bundan sonra  “Ölüşü” mü yazacaksın diye. O da  “Merak etme abi, biz Türkler dibe vurur, sonra gene çıkarız”  dedi... Ama 84 yaşımda benim, bu denizde, yüzeye çıkacak nefesim kalmadı gibi!
Bir iki yıl önce bir komutana “Bu durumlar karşısında, silah kuşanıp dağa çıkacağım” demiştim... Bu sözlerimi, şimdi belki  “Ergenekon’a”  mensup olduğuma delil sayarlar. Olsun! O Komutan  “Dağa çıkma hep beraber Samsun’a çıkarız” demişti! Ben de şimdi bizi yeniden Samsun’a çıkaracak kurtarıcıları son nefesimi tutarak bekliyorum.

Yazarın Diğer Yazıları