21 Mayıs 1963

Geçenlerde 21. Mayıs 1963 olayının 45’inci yıldönümünü yaşadık. Söylemeyi unuttum, ben de 21 Mayıs olayları nedeniyle Harp Okulu’ndan çıkarılan bir öğrenciydim. Biliyorum arkadaşlarım her yıl olduğu gibi bulundukları kentlerde bir araya gelerek bu olayı anmışlar. Laf değil, aradan tam 45 yıl geçmiş genç bir Harbiye öğrencisi olarak yaşadığımız ve sonra da askerlikle bağlarımızı sanki sorumlusu bizmişiz gibi koparan olayın üzerinden. Sivil hayata geçince hepimiz sudan çıkmış balıklara dönmüştük.
Aramızdan milletvekilleri, ticaret yapanlar, genel müdürler, yargıçlar, profesörler, çok sayıda mimar mühendis, doktor, öğretmen ve hatta benim gibi hasbel kader gazeteci olan da çıktı. Ben 1980 yılından bu yana yurt dışında olduğum için arkadaşlarımla haberleşmemde hep kötü haberleri alıyorum.
Daha sonra bir dernek kuruldu ama bu derneğin üyeleri artacağına yaşlanıp yaşamını kaybeden can kardeşlerim nedeniyle azalıyor. Her arayışımda birkaç kişinin daha aramızdan ayrıldığını duymak yıkıyor beni. Onlar benim canlarım, kardeşimden daha yakın kişiler. Allah hepsine uzun ve mutlu birer ömür versin. 
Gelelim, Türkiye’nin hercai gündemine. Patron çıkarlarına göre haber yapan İstanbul basınını izlerken, sanki Türkiye dünyanın yeni süpermeniymiş gibi bir hava ediniyorsunuz. Oysa dünya bizi öyle görmüyor. Bizlerden ihtimamla ve elbirliği ile gizlenen gerçeklere göre ise tam zavallı durumdayız. İsterseniz şu allanıp pullanan Suriye-İsrail görüşmelerindeki arabuluculuk konusuna değinelim.
ABD kendisi, Suriye’yi uluslararası terör örgütlerine destek veren ülkeler listesine alıp, ekonomik ambargo uyguladığı ve Şam ile yüz göz olmak istemediği için Ankara’daki kapıkullarına talimat verip, kulaktan kulağa oyununu başlattı. Bu durum yaklaşık bir ay önce Bush’tan, Erdoğan’a İsrail-Suriye görüşmelerinde Messenger’lık (özel ulak) talimatıyla başlamıştı. Konu aylarca önce tüm Amerikan basınında yer aldı. Gizli saklı bir şey değil.
Şimdi yaptığımız, bu savaş halindeki iki ülkenin barışması için öneri falan yaratmak değil, yalnızca laf taşımak. Öneriler, Washington, Kudüs ve Şam’dan geliyor. Hatırlarsanız, Erdoğan daha önce de Bush’tan Şam’a laf taşımıştı. Bir ara bizimkiler, Tahran’a İran lideri Ahmedinecad’a da laf götürüp getirdi. Aslında birinci sınıf özel ulaklık. Acaba bu laf taşımalar sırasında eğilip Esad’ın veya Ahmedinecad’ın kulağına Bush ağabeyim böyle diyor, böyle istiyor falan mı diyorlar?
 AKP’nin kapatılması olayı görebildiğimiz kadarıyla Washington’un pek de umurunda değil. Bizimkilerin dürtüklemesi dışında açıklama kendiliğinden gelmiyor. Ama galiba yalnızca kapatma davası ve AKP değil, Türkiye’de şu sıralar ABD’nin pek umurunda değil. Atılan nutuklara falan bakmayın, Kongo’dan gelen kabile reisleri için de aynı konuşmalar, törenler yapılıyor.
Tüylerimizi diken diken eden veya etmesi gereken nokta, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesinin Başbakanı Neçirvan Barzani’ye ABD’nin gösterdiği özgür bir ülke başbakanı karşılama protokolü. Pentagon’da askeri tören falan aynı bizim Vecdi Gönül’e yapılan muamele. Bir de anonslarda Kürdistan Başbakanı diye takdim etmezler mi? Biz Kürdistan diye bir yer tanıyor muyuz bilmiyorum ama Ankara’dan hâlâ çıt yok.
Bu arada AB beklenen Türkiye raporunu açıkladı. Göründüğü kadarı ile bu açıklamalar AKP’lileri bile heyecanlandırıp cesaretlendirmedi. Aynı şekilde AB yanlısı ikinci ve bilmem kaçıncı Cumhuriyetçileri de. Doğal tabii. Almanya’da ve Avrupa ülkelerinde artan Türk düşmanlığını bir yana koyup da Ankara’ya nasihat edilirse, bu nasihat insanlara küfür gibi gelir. Bence Türkiye AB defterini kapattı ama hâlâ bazıları ne koparırım hesabından konuyu kullanıyor. 
Türkiye’nin AB’nin isteklerini yerine getirmeden önce AB’nin de Türkiye’ye, PKK’yı ve bürolarını, televizyonunu kapatarak, suçluları Türkiye’ye vererek, Türk şirketlerine ticaret kolaylıkları sağlayarak görevlerini yerine getirmesini beklemesi hakkı değil mi? Tabii bunun için ayağını yere sağlam basan bir hükümete ihtiyacı var ülkenin.

Yazarın Diğer Yazıları