Yargı, yürütme ve sistem

Öncelikle şu hususu belirtelim: Demokratik işleyişin sürdürüldüğü ve aynı zamanda yönetildiği bir hukuk devletinde Yargıtay gibi en üst mahkemenin üyeleri bildiri yayınlamaz. Toplumsal sorunlara dair açıklamalarda bulunmaz. Çünkü ihtiyaç duymaz.
Bu tamam.
Lakin Türkiye gibi sürekli rejim sorunu yaşayan bir ülkede her an her şey olabilir. Nitekim en sonunda olağanın da dışına çıkıldı. Kuvvetlerarası uyum bozuldu. Son Yargıtay bildirisi bu çatlağın dışa vurumundan başkası değildir.
Peki, niye böyle oldu? Sorunun kaynağı nedir?
Demokratik işleyişin sürdürüldüğü ve titizlikle korunduğu bir ülkede, hükümet erki, yürütmeden doğan gücünü kurulu sistemin aleyhine kullanmadığı gibi, yine var olan sistemin hukuktan doğan sorumluluklarını daima üzerinde hisseder.
Doğru mu?
Evet!  Bir hukuk devletinde, hukuki kurumlar iddianame hazırlayabilirler. Ve bu iddialarını mahkemeye sunarak, partiler hakkında dava açabilirler. Çünkü açma yetkisini bu makamlara hukuk vermiştir. Makamda oturan kişi makama verilen kanuni yetkiyi kullanmıştır.
Bu da doğru mu?
Evet!
Öyle ise bundan sonrasına bakalım.
Hatırlayınız lütfen; Yargıtay Başsavcısı AKP hakkında iddianame hazırladıktan sonra neler oldu? Başta hükümetin başı olmak üzere onunla birlikte hareket eden basın yayın kuruluşlarının hemen hepsinde yargıya yönelik hakaretler, karalamalar ve en önemlisi de tahrik başladı. Yetmedi, Avrupa Parlamentosu’ndan destek istendi. Barroso’lar, Rehn’ler geldi. Lagendijk’lar olmadık sözler söyledi. AKP’liler “Türkiye’yi kınayın” diye Avrupalılardan istekte bulundular.
Başka?
Anayasa Mahkemesinin bir değerli üyesini polisin dinlediği ya da takip ettiği ortaya çıktı.
Mahkeme bir kurumdur. Ancak üyeleri insandır. İçten ve dıştan bunca tazyik karşısında bir dışa vurum, bir “ben de varım” tepkisi beklenmez mi?
Beklenir.
Bence Yargıtay’ın yaptığı budur.
Kimilerinin söylediği gibi Türkiye gerçekten olağanın dışında bir “yargı despotizmi” yaşıyor olsaydı, bunu tarihi süreç içinde hep görürdük.
12 Eylülleri, 12 Martları ve daha pek çok rejim krizlerini yaşayan Türkiye’de Yargıtay gibi en üst mahkeme heyetinin bildiri hazırladığını ne duyduk ve ne de işittik.
Sorarım size: “Yargı siyasallaştı” diyen kimselerin esas görevlerinden biri de kurumlar arası düzeni ve dirliği korumak ve olabildiğince siyasal rejimi doğru çalıştırmak değil midir?
Yargıyı siyasal alana çekmemek ve kendi kuvvet alanı içinde tutmak için ne yaptınız desek; nasıl bir cevap alırız?
Hiç!
Tam tersine siyasal alana çekerek, kendilerine  “bakınız bunlar siyasallaştı. Taraf oldular. Bundan sonra hakkımızda verecekleri karar da siyasal olacaktır. Hukuki olmayacaktır” dedirterek, toplumu ikiye ayırmış oldular. Bölünenlerden bir kısmı  “hükümet haklı, hiç böyle bir şey olur mu” derken, bir diğeri, “hükümet, yargıyı bile çileden çıkardı”  diyerek, AKP karşıtlığını savunmaktadır.
Hükümet, bu gerilim sayesinde yeni bir meşruiyet alanı yaratmayı ve ilerde ikbali için kullanmayı düşünmüş olabilir. Lakin bilesiniz ki, bu tavrıyla siyasal sistemi ve bu sistemin işleyişi olan rejimi bunalım ortamına sürüklemiştir.
“Efendim yargı konuşmamalıydı” diyenlere  “olmaz öyle şey” demiyorum. Ama bu onların bütünüyle haklılığını göstermiyor. Eğer “yargı susmalıydı” diyenler, aynı şekilde, “hükümet, devlet işleyişinden sorumlu olduğunun bilincinde olarak, kurumlar arası çatışmaları doğru yönetmelidir. Maalesef bunu yapamadılar” tepkisi de geliyorsa sorun yoktur.
Öyle ise?
Ataların dediği gibi bir kere daha anladık ki  “balık baştan kokarmış”. Eğer “baş” sistemi yönetemiyorsa, ortaya ister istemez istenilmeyen durumlar çıkacaktır.
Bu durumda benim gibilere şöyle söylemek düşer: Birisi bu hükümete sorumluluklarını hatırlatsın.

Yazarın Diğer Yazıları