Kalem, kılıç ve feth-i mübin...

Dün (29 Mayıs 2008) İstanbul’un fethinin yıl dönümüydü. Bundan 555 yıl önce Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethederek hem yeni bir çağ açmış hem de Hz. Peygamberimizin:“İstanbul elbet fetholunacaktır. Onu fetheden hükümdar ne güzel hükümdardır. Ve onun ordusu ne güzel ordudur.” hadisinde methettiği kumandan olma şerefine nail olmuştur. Bu önemli başarının temelinde yatan sır nedir acaba diye merak ediyorsanız lütfen Edirneli Kâmî’ye kulak veriniz:
“Adl-i  cihâna seyf ile oldu behem kalem
Vermez zamâne herkese hem seyf ü hem kalem.”
Şair bugünkü dille diyor ki: “Dünyaya adalet, kılıç ve kalemle beraber gelir. Ama herkeste de hem kılıç hem kalem olmuyor ki...”
Kâmî’nin çok güzel ifade ettiği üzere, devlet adamı “kalem” ile “kılıç”ı şahsında toplayabildiği ölçüde büyüktür. Esasen bu ihtiyar dünya nice cihangir gördü. Fakat onlardan çok azı geride hoş bir seda bırakmıştır. Bu ender şahsiyetlerden biri de şüphesiz ki Fatih’tir. Çünkü o hem “kılıç”a sahipti hem de “kalem” e...
“Kılıç” ın maddî gücü, “kalem” in de fikir ve ideali temsil ettiğini belirttikten sonra Fatih’in şahsında temerküz eden bu iki özellik üzerinde kısaca duralım.
Yılmaz Öztuna “Büyük Türkiye Tarihi” adlı eserinde (c.2, s.438) Fatih Sultan Mehmet’in o gün sahip olduğu savaş gücü hakkında şunları söyler:
“İstanbul’un fethi (feth-i mübîn) için bazı geceler uyumamak sûretiyle projelerini tekemmül ettiren II. Mehmet, nihayet başarısının esasını sağlayan büyük büyük topları döktürmüştü. Bu topların planlarını bizzat büyük Türk hakanı çizmişti. Bu toplar, o zamana kadar görülmemiş, hatta tasavvuru mümkün olmayan büyüklükte ve mükemmeliyette idiler. 2 tonluk gülle atabilen toplar vardı. 4 tane çok büyük top vardı ki ancak 2000 asker tarafından çekilebiliyordu. Ortaçağ harp sanatı, II. Mehmet’in matematik dehâsıyla değişiyordu. Bu arada Sultan, tarihte ilk defa olarak havan topunu da icat etmişti. (Tarihte havan topu ile ilk atış 21 Nisan 1453’te Haliç’teki düşman donanması üzerine yapılacaktı.)”
Görülüyor ki kılıcın gücü tamam, ya kalemin ucu?..
Malum,Türklerde “cihan hâkimiyeti mefkûresi” eskiden beri vardır. Oğuz Kağan Destanı’nda geçen “Yurdumuzu öylesine genişletelim ki gök kubbesi ona çadır, güneş de bayrak olsun” sözünde bu mefkûre açıkça görülür. Daha sonraları “kızıl elma”, “nizâm-ı âlem” yahut “îlâ-yı kelimetu’llâh” gibi değişik adlarla anılan bu ideale bir de Hz. Peygamberin müjdesine nail olabilme heyecanı eklenince İstanbul’un fethi en büyük mefkûre haline gelir. Başta babası II. Murat olmak üzere, Ak Şemseddin, Molla Gürânî, Molla Yegân, Molla Husrev, Hocazade, Hızır Bey Çelebi gibi hocaları genç şehzâdeyi ilim ve irfanla teçhiz ederek onu adeta fethe hazırlarlar. Böylece hem kılıca hem de kaleme sahip olan II. Mehmet de İstanbul’u fethederek Türklerin cihangirlik mefkûresini bu mübarek beldenin burçlarına diker.
Kısacası; barış esas, savaş istisnadır. Yani savaş mecburiyetten doğar. Zaman zaman mecburen başvurulan bu yol bir güç gösterisi yahut güçlünün zayıfı ezme vasıtası olmamalıdır. Diğer bir ifade ile kılıcın gücünü kalemin ucu daima yönlendirmelidir. O zaman savaş -İstanbul’un fethinde olduğu gibi- düşmanlık değil, barış getirir.
Fetih yıl dönümünüz mübarek olsun...

Yazarın Diğer Yazıları