Haklıya ve güçlüye dair...

Siyasi tarihimiz hep haklılarla güçlüler arasındaki mücadeleye sahne olmuştur. Tahterevallinin bir ucunda güçlüler diğer ucunda haklılar vardır. Bu iniş-çıkışlarda çoğunlukla güçlüler baskın çıkmış, nadiren de haklıların söz sahibi oldukları görülmüştür.
Bizim kültürümüzde hak-hukuk her şeyin üstünde gelir. Hak deyince akan sular durur. Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. Tek başımıza da kalsak hak bildiğimiz yoldan dönmeyiz... Milletimiz bu istikamette yürüyen -sayıları çok fazla olmamakla birlikte- birçok önemli şahsiyetler de yetiştirmiştir. Bunlardan ilk aklıma gelen Mehmet Akif oluyor. Onun:
“Üç buçuk soysuzun ardında zağarlık yapamam; // Hele hak nâmına haksızlığa ölsem tapamam. // Yumuşak başlı isem, kim dedi uysal koyunum? // Kesilir belki, fakat çekmeye gelmez boyunum. // Kanayan bir yara gördüm mü yanar tâ ciğerim. // Onu dindirmek için kamçı yerim, çifte yerim. // Adam aldırma da geç git, diyemem, aldırırım: // Çiğnerim, çiğnenirim, hakkı tutar kaldırırım.” gibi ifadeleri, altından kazılmış floresan harflerle gökyüzüne yazılacak niteliktedir.
Hakkı savunmak yahut haklının yanında yer almak bir kişilik meselesidir. Şahsiyeti oluşmamış, tek başına ayakta durma cesareti olmayan, başkalarının gölgesinde yaşamaya alışmış zayıf karakterli kişiler -güçlü dururken- haklının yanında yer almazlar.
“Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar.”, “Hak kavînindir.”, “Arsız güçlü olunca, haklı suçlu olur.” vb. atasözlerimiz haksızlığa karşı çıkmanın güçlüğünü anlatmaktadır. Ancak, hüner zoru başarabilmektir. Toplumda “Adam sen de...”, “Âlemin dürüstü ben miyim?”, “Bana ne?” gibi nemelazımcılık hastalığı yaygınlaşırsa orada haklının değil, güçlünün borusu ötmeye başlar ki uçuruma yaklaşıldığının işaretidir.
Bu noktada, belki sizlerin de müşteki olduğunuz üzücü bir gerçeğe de temas etmeden geçemeyeceğim: Gerek âile ocağımızda gerekse eğitim hayatımızda, dürüst olmamızı, doğruluktan ayrılmamamızı öğütleyen büyüklerimizin ve öğretmenlerimizin; haklının yanında yer aldığımız için başımız derde girdiği zaman “Boş ver, doğrunun yardımcısı Allâh’tır. Hak yerde kalmaz” diye bizi teselli etmeleri gerekirken  “Âlemi sen mi kurtaracaksın, el ne yaptıysa sen de onu yapsaydın”  demeleri yok mu? İnsanı kahrediyor.
Tabii, burada sorumluluk öncelikle aydınlara düşmektedir. Halk gündelik yaşar. Ama aydınlar faydacı (pragmatik) düşünemezler. Onlardan, doğru neyse onu söylemeleri ve güçlünün değil, haklının yanında yer almaları beklenir.
Kısacası, bütün mesele haklıyı güçlü kılabilmektir. Çalışmalarımızı bu alanda yoğunlaştırmalıyız. Bunu başaramazsak güçlü haklı olur ve hak-hukuk toz duman içinde kaybolur gider. Şairin söylediklerine katılmamak mümkün mü?

“Haklıysan ne yapıp edip hakkına sahip   
 çıkacaksın
Değilse mecbursun zalimin önünde diz
 çökeceksin.”

Yazarın Diğer Yazıları