Öğretmenlerim ve okullarım...

Ögretmenler, bence toplumun en önemli kişileridir. Özellikle şu sıralarda kendilerini öğrencilerine vakfetmiş “iyi öğretmenlerin” yararları, buna karşılık bazılarının “zararları” yeni kuşakların yetişmelerinde, milletlerin geleceğini tayin ediyor.
Ben çok talihli idim. Hep hayırla
yad ettim öğretmenlerimi. Zamanıda kızdıklarımı dahi şimdi hayırla yad
ediyorum.
Şimdi etrafıma, okullara öğrencilere bakıyorum; öyle ilk, lise ve üniversite öğrencileri ve öğretmenleri var ki, öğrencilere feyiz veriyorlar, vatan sevgisi ve milliyetçilik aşılıyorlar. Cumhuriyeti rahatlıkla emanet edebileceğimiz gençler yetiştiriyorlar...
Buna karşılık esefle görüyorum ki, bazıları öğrencilere fazla bir şey öğretmedikleri gibi, kafalarını karıştırıyor hatta beyinlerini yıkıyorlar...
Şu sırada ikamet ettiğim Alanya’da öyle öğretmenler tanıdım ve öğrencilerini gördüm ki, iftihar ettim. Mesela şimdi emekli olan bir Şadıman öğretmen vardı ki çocuklara canlı tarih öğretmişti.
Bir kaç hafta önce Hasan Çolak Anadolu Üniversitesi’nden geldiler ve çıkardıkları “Nar Çiçeği” dergisi için, Atatürk’ü anlatmamı istediler.  Bir de haftalık gazeteleri var “Anadolu’nun Sesi” adında. Sordukları sorular karşısında bilgilerine hayran oldum. Fakat buna mukabil, lise bitirdikleri halde Kanada’yı Konya’da sananlar da çıkıyor...
Bu uzun girişi kendi öğretmenlerimi ve hocalarımı anlatmaktan önce yaptım...
Ben övünmek gibi olmasın ailemin mali durumu elverdiği için ilk ve orta okulu İstanbul’daki İngiliz okulunda okudum. Liseyi Robert Kolej’de ve sonra da üniversiteyi New York’ta New School adlı, sosyalist öğretmenleriyle meşhur okulda gündüz çalıştığım için geceleri okudum
İngiliz okulunun öğretmenlerinin çoğunu hiç mi hiç sevemedim. Yüksek sınıflardan “prefect” denilen mübaşirler teneffüslerde Türkçe konuşanlara “dil kuralını” bozmaktan ceza yazarlardı.  Ceza okul saatlerinden sonra ve hatta Cumartesi Pazar günleri okulda kalmak ve bir deftere satırlarca “bir daha dil kuralını bozmayacağım” veya “gürültü etmeyeceğim” diye yazmaktı.
Ben nedense bu cezalara abone olmuştum, sevgili kardeşim Şiar Yalçın’la birlikte. Öylesine kızgındık ki İranlı bir arkadaşımla birlikte gizli “İngiliz Düşmanları Cemiyeti” kurmuştuk.
 Beni okula yazdırırlarken “eti sizin, kemiği bizim” dedikleri için Okul Müdürü Mr. Peach ara sıra bir değnekle beni okşardı! Matematik. geometri, fizik ve kimya ile hiç aram olmadı.
İngiliz okulundan Robert Kolej’e gittiğimde bayram ettim. Sanki hapishaneden aydınlığa çıkmıştım. Buradaki Türk ve Amerikalı öğretmenlerimizi çok sevdim. Tarih hocamız Cumhurbaşkanlığı eski Genel Sekreteri Ferit Bıyıklıoğlu ve uhutulmaz Cami Baykurt. Onlardan çok şey öğrendik, en başta hoş görüyü. Cami Bey solcu idi, ben sağcı. Rahatlıkla münakaşa ederdik o nezaketle bize tahammül ederdi.
Mr. Coburn diye genç ve yakışıklı bir öğretmenimiz vardı. Sık sık kulaklarımızı çekerdi. Yıllar sonra onun Boston Başpiskoposu olduğunu öğrendim. Telefonda “Hey sen misin Kilic” demesini unutamam. Bizi New York’taki kulübüne davet etti. Beraberinde okul notlarımızı getirmişti.
Dedim ya matematik, kimya ile hiç aram olmamıştı. Kimya dersinden ikmale kaldım. Geçemezsem sınıfta kalacağım. Kimya hocası Doktor Fox’a gittim etme eyleme dedim; “Ben vallahi de billahi de hayatta kimya ile ilgili hiç bir iş yapmayacağım” diye yalvardım, o da geçer not verdi. Yıllar sonra onunla bir Robert Kolej toplantısında karşılaştım. Beni görünce “İnşallah kimyager filan olmamışsındır” dedi.
New York’ta üniversiteye gelince; o sosyalist okulda, meşhur sosyalist Hannah Arendt ve diğerleri beni solcu yapamadılar ama onlardan çok şey öğrendim. Hepsine çok şey borçluyum..


++++++


İBRET ALINMASI GEREKEN TARİH SAYFALARI

“Osmanlının son dönemlerinde uluslararası toplantılarda,  Osmanlı temsilcisi tatlı tatlı kestirirken, birden uyanır; ” Gelelim Düyunu Umumiye (Devlet Borçları) Borçlar Meselesine “ dermiş... Bugün de, teşbihte hata olmaz temsilcilerimizi AB ve ABD temsilcileri uyandırıyor!...”

* * *

“Gene Osmanlının son döneminde Devlet ’Avrupa’nın Hasta Adamı’iken, uluslararası bir toplantıda delegeler hangi devletin daha güçlü olduğunu tartışıyorlamış. Osmanlı delegesi ’Tabii ki Osmanlı Devleti’demiş... Diğerleri hayretle bakınca bizimki; ’O kadar güçlüyüz ki, siz dışarıdan, biz içeriden bu devleti bir türlü yıkamadık’ demiş.”


++++++


FIKRA
Adamın biri endazesiz atarmış. Arkadaşı “Bu senin yaptığın ayıp oluyor” deyince, “Elimde değil. Paçama bir ip bağlayalım. Ben ölçüyü kaçırırsam, ipi çek kendime geleyim” demiş. Adam bir mecliste anlatmaya başlamış: “Bir arazim var boyu elli kilometre...” Arkadaşı ipi çekmiş.. Mübalağacı devam etmiş: “Eni de beş metre var...” oradakiler; “Eni boyuna uymadı” deyince; “Ben, enini boyuna uyduracaktım ama ne yapayım ki ipin ucu bir hergelenin elinde!” diye cevap vermiş...


++++++



ÖZDEYİŞ

Öğrenmekten aciz bazıları ögretmek isterler.
Oscar Wilde

Yapabilenler yaparlar...Yapamayanlar öğretmeye kalkışırlar.
George Bernard Shaw

Öğrenmek öğretmekten çok daha güçtür.
H.L Mencken

Yazarın Diğer Yazıları