Hangi Müslümanlık?

Hangi Müslümanlık?
Ne biçim soru bu?
Müslümanlığın çeşitleri mi var?
Evet, var!
Nasıl yani?
Anlatayım.
Din İslam’dır; ancak Müslümanlık çeşitlidir.  Dolayısı ile  “hangi Müslümanlık”  sorusu anlamlı bir cevap bulmağa zorunludur.
Devam edelim.
Din bir olgudur. Bir varolandır. Fakat dinin ne olduğunu yani var olanın var olan olarak nasıl bir şey olduğunu anlamak, anlayanların anlama düzeyine, anlama biçimine kısacası anlama yetisine bağlıdır. Dolayısı ile din olgusuna bakış, aynı yerden aynı uzaklıktan ve aynı kaygıdan kaynaklansa bile, dine bakınca oradan çıkarılan anlam, bakana göre değişebilir.
Öyle ise bir kere daha soralım: Hangi Müslümanlık?
Başka bir ifade ile varolanı var olan olarak nasıl anlamalıyım?
Siz isterseniz buna dinin epistemolojik (bilgi-anlama) sorunu deyiniz. Fark etmez.
İslam tek, Müslümanlık çeşitli ise sebebi işte budur.
Mesela Alevi Müslümanlığı, Şia Müslümanlığı, daha özele inelim; Türkiye’de bulunan her bir cemaatin anlamlandırarak yine her bir üyesine  “din budur”  diye benimsettiği çeşitli Müslümanlıklar bunlardan bazılarıdır.
Hatırlayacaksınız. Bir dönem  “imam hatiplilerin arkasında namaz kılınmaz”  diyen ve İslam’ı böyle anlayarak geliştirilen Müslüman gruplar     vardı.
28 Şubat post modern darbenin ardından bu gruplar AKP çatısı altında ayrımlarını şimdilik yumuşattılar.
İslam’ı Fatimi mantığı ile anlayanlar olduğu gibi Emevi mantığı ile anlayarak bu anlamadan hareketle oluşturulmuş Müslümanlıklar tarihin derinliklerinde durmakta bize önemli dersler vermektedir.
Mesela Haricilerin en çok söz edilen özelliklerinden bir örnek olarak sunulan öyle olaylar var ki, aklı başında olan herkes ister istemez şaşıyor.
Harici, haram olur diye komşusunun bahçesinden kendi tarlasına düşen hurmayı yemiyor ama, sahabe Abdullah’ın karısını hamile olduğu halde, Hz. Ali’ye oy verdi diye “kâfir” saydıktan sonra hançerleyip öldürmeyi sevap sayıyor.
Hâlbuki İslam’ın geçerli yorumuna göre hamile kadın, ölüme mahkûm edilecek derecede suçlu bile olsa öldürülemez, çünkü bebeği suçlu değildir.
“Ben Atatürk’ü değil Humeyni’yi seviyorum. İngiliz mandasında olsaydık daha iyi idi”  anlamında cümlelerle herkesi şaşırtan genç kızın dindar görünüşünden dışarı yansıyan düşüncelerinin arkasında çarpıtılmış İslam ve oluşturulmuş Müslümanlık algısı vardır.
“Bir olay bin musibetten daha iyidir”  dedikleri şey de bu olsa gerek. Türkiye toplumunun içinde bulunduğu asıl meselenin ayrım yeri tam da  burası.
Hangi Müslümanlık sorusu.
Olaya dönelim.
Kendi toplumsallığını yadsıyan, sosyolojik dille söylersek, ötekine dönüşmüş bir toplumsallık algısı geliştiren ve dolayısı ile de antizipotrik sosyalleşen bir gerçeği gördük bu itiraflarda.
Daha açık söyleyelim: Bu itiraflar, dini öğretinin Türk insanını din üzerinden yabancılaştırdığının çok net ve belirgin göstergesidir.
Kızlara teşekkür etmeliyiz.
Bize ayna tutarak kendi gerçeğimizi gösterdiler.
Siyasal Müslümanlık ile cemaat Müslümanlığının Türkiye’yi getirdiği yere ispat işareti koydular.
Keşke önü açılsa da daha başkalarının ne düşündüğünü herkes anlasa.
Cemaatlerin Müslümanlık algısı, hümanistik felsefe üzerinden yerliliğe ve toplumsallığa, daha açık ifade ile milli olana kapalı, ütopik ve evrensel olana açık bir dindarlaşma öğretisine dayanmaktadır. Bu öğretinin sonucu olarak Müslüman birey, kendi toplumsalını yok sayarak, tasavvurda var olan, sınırları belirsiz bir vatan üzerinde yaşamayan bir ülkeye ve bu ülkenin toplumuna aittir. Dolayısı ile  “İngiliz işgali”  başını örtmesine müsaade ediyorsa gelip Türkiye’yi ele geçirebilir. Yer altı ve yer üstü kaynaklarının hepsine konabilir. Onun kayıp edeceği hiçbir değer yoktur. Çünkü onun zihninde milli bir devlet, milli bir vatan, milli bir tarih, milli bir kültür ve milli bir kimlik yoktur. O İslam adı altında kendisine öğretilen Müslümanlık algısının sınırlarını çizdiği bir hayal ve bir gelecek toplumunun yurttaşıdır.
Milliyetsiz ve vatansız Müslümanlık öğretisi, Birinci Dünya Savaşı’nda Şeyh’ül İslam dâhil pek çok kimseyi İngiliz işgaline razı etmemiş miydi?

Yazarın Diğer Yazıları