Vakit'in açıktaki yeri

Vatan gazetesi yazarı Mustafa Mutlu, kendisini yalan haber yazmakla itham eden Vakit gazetesinin otomobil kültürü konusundaki cehaletini yüzüne çok fena vurdu

Birkaç gün önce bu sütunlarda “cabrio” tarzı bir arabaya binip, Bakırköy sahilinde tur atan sarıklı-cüppeli üç kişinin fotoğrafını yayınlamıştım... Sonra da “Dinimize göre savurganlık ve gösteriş haramdır. Bütün gerçek dindarlar bunu bilir ve ona göre yaşar... Peki, bunlar ne yapıyor?” demiştim...
Din tüccarları’nın sesi olan Vakit Gazetesi, dün tam bir “sazan” gibi yazımın üstüne atlamış ve zırcahilliğini kanıtlamış...
Altı sütuna attıkları başlık aynen şöyle:
“VATAN gazetesi her zamanki gibi yine yalana imza attı:
CABRIO, SUZUKI ÇIKTI!”
Peki neymiş yalanımız? Bunu da spottan öğreniyoruz:
“Kartel medyasının Müslümanları karalama adına ’lüks araba’diye lanse ettiği otomobilin markasının ’Cabrio’değil Suzuki, fiyatının da 5-10 bin YTL olduğu ortaya çıktı!”
Ey din tüccarları, ey kör cahiller, ey “bilmiyorsan, öğren” kuralından nasibini almamış tetikçiler:
Gazetecilik okullarında “ders” olarak okutulacak türden bir cahillik destanı yazdınız...
“Cabrio” bir otomobil markası değil, “üstü açık tek kapılı araba”ları tanımlamak için kullanılan bir terimdir!
Cahil olduğunuzu biliyordum da... Bu kadarını ben bile tahmin edemezdim!
Size artık “Cabrio Vakit” diyeceğim...
Çünkü bir yerlerinizin “açıkta” kaldığı kesin!
*  Mustafa Mutlu / Vatan


+++++


Felaketin ayak sesleri
Din tacirlerinin “lale devri”ni andıran şaşaalı yaşantısına dikkat çeken Milli Gazete Yazarı Mehmet Şevket Eygi de sert uyarılarda bulundu

Geçenlerde Fatih’te Haydar semtinden geçiyordum, belediye ekmeği satan bir kulübenin önünde dehşetli bir kalabalık gördüm. Henüz ucuz ekmek gelmemiş, yaşlı, çoluk çocuk bekleşiyorlardı. Beride birtakım İslâmcı zenginler korkunç, utanç verici, rezil, alçakça bir israf ve sefahat sergiliyorlar.
Beyazıt karakolunun yakınındaki altgeçitten geçerken bir ayakkabıcı dükkânının önünde altı çorabın 5 liraya satıldığını gördüm. Birtakım ünlü, güçlü, zirvedeki Müslümanların hanımları 400 liraya kadın çorabı alıyormuş. Bu yazıyı yazdığım gün öğrendim, 1000 liraya külotlu çorap satılıyormuş.
 “Halk ekmek bulamazsa pasta yesin...” Kraliçe’nin böyle bir söz söylemediğini iddia eden de var. Ama bizim bazı Kraliçelerimiz, aşsız ekmeksiz milyonlarca halka böyle der
gibiler.
Hiçbir şeye yanmam, Müslüman kesimin bir kısmının bozulmuş olduğuna çok yanarım.
Bir azınlık lüks, israf, saçıp savurma, gösteriş, gurur, kibir, aşırı tüketim konusunda ipin ucunu kaçırmıştır.
Malı götürenler, “Artık yükü tuttuk, bu kadarı yeter...” demesini
bilmiyorlar.
Dün tarhana çorbası, bulgur pilavı, üzüm hoşafı ile geçinenler bugün en lüks, en pahalı, en şatafatlı restoranlarda isimleri acayip, garip, nadide, nadir yemekler yiyorlar. Pahalı mı pahalı...
Altın ve gümüş... Dolar ve euro... Para, para, para...
Felaketlerin ayak sesleri duyuluyor, onların kulakları tıkalı, gözleri görmüyor, kalpleri ve vicdanları mühürlü.
*  Mehmet Şevket Eygi / Milli Gazete


+++++


Hediyeler ne oldu?
Suudi Kralı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine getirdiği hediyeler şehir efsanesine döndü
AYLARDIR, bu köşede Suudi Kralı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine getirdiği değerli armağanların akıbetleri ile ilgili sorular sordum.
Bir yanıt alabilmem mümkün olmadı.
 “Milli irade” adına görev yapan bazı milletvekillerinin, İçtüzük gereği 15 günde yanıtlanması gereken soru önergeleri de aradan aylar geçmesine rağmen hálá yanıtlanmış değil.
AKP ileri gelenleri, TBMM’nin önemini ve “milli iradenin” değerini ani bir zihin açıklığıyla yeniden kavradıklarına göre, bu soru önergelerini tekrar hatırlatayım istedim.
Milli iradenin bir kısmını sevip, öteki kısmına burun kıvırmak, tutarlı bir davranış değildir
çünkü!
Öte yandan şöyle bir durum daha var:
Bu “hediyeleri açıklamama kuralı” nedense sadece Suudi Arabistan Kralı için geçerli.
Suudi Kralı’nın Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın eşlerine getirdiği değerli armağanlar ile ilgili olarak nasıl bir işlem yapıldı? Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu’nda ve ilgili yönetmelikte belirtilen kural ve kısıtlamalara uyuldu mu?
*  Mehmet Y. Yılmaz / Hürriyet


+++++


Haşim Kılıç hakkında
İşçi Partisi’nin her gün bir başka yetkilisi basın toplantısı düzenleyerek Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın yalan söylediğini o yüzden istifa etmesi gerektiğini bildiriyor...
Nedir mesele derseniz.. Efendim Aydınlık dergisi bir süre önce Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın 1975-76 yıllarında yayımlanan İBDA-C’nin yayın organı “Gölge” dergisinin “Ankara temsilcisi” olarak görev yaptığını yazdı. Haşim Kılıç yaptığı açıklamada bu iddiayı yalanladı ve orada geçen H. Kılıç adlı kişinin kendisi değil, Hüsnü Kılıç adlı biri olduğunu söyledi.
İşçi Partisi dergi künyelerinin fotokopilerini yayımladı. Künyede açıkça  “Haşim Kılıç” yazıyordu...
İstanbul’da yayımlanmakta olan İBDA-C’ye yakın Baran dergisinin 1 Mayıs 2008 tarihli sayısında da, Av. Ahmet Arslan, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’ın “12 Eylül öncesinde Salih Mirzabeyoğlu’nun başında bulunduğu hareketin yayın organı Gölge dergisinin Ankara sorumlusu” olduğunu yazdı.
İşçi Partisi kimsenin geçmişini yargılamadığını ama Kılıç’ın doğruyu söylemediği için istifa etmesi gerektiğini söylüyor. Haşim Kılıç son iddialara cevap vermiş değil... Ancak İşçi Partisi’nin takibinden çok sıkıldığı muhakkak... Savcıları göreve çağırması da sanılır ki özellikle bu yüzden...
* Melih Aşık / Milliyet

 

+++++

Medya frene basmazsa, sayfanın adını “medya-TRAJİK” dİye deĞİŞtİreceĞİz
İlahi komedi
Portekiz maçı, dakika 90.
 “Fatih Terim’le olmuyor.”
 “Kötü takımız.”
 “Tarihi hezimeti şans önledi.”
 “Rezalet.”
 “Direkler bile daha iyi oynadı.”

* * *

İsviçre maçı, dakika 32.
 “Terim hata üstüne hata
yapıyor.”
 “Kadro seçimi yanlış.”
 “Ruh yok.”
İsviçre maçı, dakika 90.
 “Fatih’in aslanları.”
 “Ders verdik, ders...”
 “Bu takıma güvenmeyen utansın!”

* * *


Çek maçı, dakika 34.
 “Terim’in kaprisleri bıktırdı.”
 “Sıklet farkı var.”
 “Kondisyonumuz yetmiyor.”
Çek maçı, dakika 62.
 “Terim analiz yapamıyor.”
 “Hayalle yaşamanın sonu.”
 “Boyumuzun ölçüsünü aldık.”
Çek maçı, dakika 90.
 “Destan.”
 “Tarih yazdık.”
 “Viyana’ya dayandık!”
 “Terim oyunu çok iyi okudu.”
 “Bu gurur hepimizin.”
 “İnanmayan utansın.”

* * *


22 Temmuz, dakika 1.
 “Muhteşem hükümet.”
 “İstikrarın zaferi.”
 “Bu şarkı bitmez.”
*  Yılmaz Özdil / Hürriyet

 

+++++

GÜNÜN SÖZÜ
Meclis Başkanı Toptan, milletvekillerinin
fiziki olarak
yorulduklarını
söylemiş.
Olamaz... Kavgalı
oturumlarda hiç de öyle görünmüyorlar çünkü...
Haldun Ertem

 

+++++

DERSİMİZ
Bile bile dalkavukluk
Fehmi Koru, “Dalkavukların patlıcanın değil Sultan’ın dalkavuğu olduğunu” İncili Çavuş’tan biliyormuş. Çok şaşırdım. Çünkü, bir suçun bilmeden işlenmesi  “hafifletici”  neden oluşturabilir ama  “bile bile” yapmak, yani  “kasıt” cezanın “hakedilmişliği”ni arttırır.
Böyle bir girizgahtan sonra  “seçimi gazetelere rağmen kazanıyor siyasi partiler... Türk medyası bu itibarsızlıkla nereye kadar gidebilecek bakalım?”  demek ne ola sayın Koru?

 

+++++

Ağzından yağ damlıyor


Çek maçından sonra ATV muhabirinin Futbol Federasyonu Başkanıyla yaptığı röportaj Türk basının “en” leri arasına girmeli. Mutlaka.
Muhabir, Cumhurbaşkanı ve  Başbakan’ın tebriğini iletince futbolcuların ne yaptığını merak ediyor. Hasan Doğan, “Alkışladılar” diyor. Muhabir şokta. Nasıl yani ünlemiyle tekrar soruyor “En büyük Başbakan bizim başbakan diye bağırmadılar mı?”
Ne diyeyim ki? Yuh artık! Yuhhh!

 

+++++

Fatih hocam yetiş! Bir  “az milliyetçi” daha çıktı!
Breh, breh, brehhhh!

Kanımca, futbolda hukuk ve siyasette geldiğimiz aşamanın çok ötesine geçmiş olmamızın temel nedeni bu sektörün yapısının korumacılığa, kayırmacılığa, mahalli ideolojilerin despotik egemenliğine, saçma sapan milliyetçi böbürlenmelere kapalı olmasından kaynaklanmaktadır.
*  Eser Karakaş / Star

+++++

MİNİ YORUM
Futbol ve her şey!
Çeklerle oynadığımız maçı “çılgın Türkler” tadında kazanmasaydık, şu toplum mühendisleri yeni Türkiye’yi idealize ederken neyi referans alacaklardı çok merak ediyorum. Üç gündür ekonomistide, sosyoloğu da, siyaset bilimcisi de aynı telden çalıyor. Köşeler Fatih Terim ile, Arda ile başlıyor... Sonra dam üstünde saksağan bağlamalarla “medyanın psikolojik etkisi”, “hukukun evrenselleşmesi” ve hatta “Bilderberg’in dünyayı değiştirme gücü” yle noktalanıyor. Dediğim gibi iyi ki kazandık Çek maçını. Kaybetseydik, ne ideoloji, ne sistem, hepsi çökecekti demek!
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları