Hey sen, direğin dibindeki adam!

Müslüman Türk’ün Anadolu’dan sökülüp atılma heveslerini Haçlıların kursağına tıkayarak şeref ve haysiyetimizi koruyan Kurtuluş Savaşı şehit ve gazilerine cümlemiz hemen her şeyimizi borçluyuz, onlara minnettarız ve yine cümlemiz o günün Amerikan ve İngiliz Muhibleri’ni hiç de hayırla yad etmiyoruz, öyle değil mi?
Peki bizler o gün yaşıyor olsaydık “Bu şartlar altında bağımsız yaşama imkânımız kalmadı, ya İngiliz ya Amerikan mandasını kabul etmekten başka çaremiz yok!” diyen Artin Kemal’lerin safında mı, yoksa, “Ya istiklâl ya ölüm!” diyen Mustafa Kemal ve “Korkma Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!” diye haykıran Mehmet Akif’lerin yanında mı yer alırdık?
Bu sorunun cevabı Yeniçağ’ı çıkaranlar, Yeniçağ’ı üretenler ve Yeniçağ’ı okuyan ve destekleyenler için bellidir.
Ve bu sorunun cevabı ey aziz dost, şu anda senin durduğun yerdedir, senin tuttuğun saftadır. Sen de bugün ABD’siz olmaz, Amerika’sız olmaz, İsrail’siz olmaz diyorsan ve kendini haklı göstermek için üretmedik mazeret bırakmıyorsan, ben senin nerede olduğunu söylemeyeceğim, çünkü buna yüreğim elvermiyor, ama emin ol ki bu duygu, bu akıl ve bu ufukla sen işte o günlerde yaşasaydın Mustafa Kemal’lerin, Mehmet Akif’lerin değil, ötekilerin yanında yer almış olurdun. Kesin öyle olurdun demiyorum, diyemiyorum, ama bu düşünce işte ötekilerin düşüncesidir ve fikri, düşüncesi ne ise insan işte odur, ufku da odur, fiili de odur..
O gün cephane taşıyan Fatma Bacılar, o gün cephede yarı aç yarı tok süngü sallayan evlatların ne ise, işte bugün de Yeniçağ odur. Yeniçağ çıkaranı, üreteni ve okurlarıyla her gün bedel üstüne bedel ödemektedir.
Ve bu vesileyle cepheden sesimizin ulaştığınca bir kez daha sesleniyorum:
 “Emperyalistler ve işbirlikçilerinin karşısında bizi böyle kimsesiz bırakmaya yüreğiniz el veriyor mu?”
Tabii bu sesi her kulak duymaz, duysa da anlayamaz. Bu sözler “Direğin dibindeki adam” içindir.
Yaşanmış olaydır.
Mesir macununun da bulucusu evliyaullahtan Merkez Efendi Hazretleri, Topkapı taraflarında Sümbül Efendi isminde bir zâtın halka vaaz etmekte olduğunu duymuş ve bir gün gidip bu vaazlardan birini dinlemek üzere câmide, bir direğin dibine oturmuş. Sümbül Efendi anlatmış, anlatmış ve cemaate sormuş:
“Anladınız mı ey cemaat!”
Cemaat cevap vermiş:
“Anladık!”
Bu sefer Sümbül Efendi konunun mahrem ve derin noktalarına değinmeye başlamış ve bir müddet sonra tekrar sormuş:
“Anladınız mı?”
Cemaat bu sefer şu cevabı vermiş:
“Anlamadık!”
Sümbül Efendi buyurmuş:
“Bunu yalnız direğin dibindeki anladı!”
Eğer sen de “Direğin dibindekilerden” isen, Yeniçağ’ın cephedeki evladın olduğunu bil ve elinin altındaki en yakın telefona sarılarak, “Direğin dibindekilerden” olduğuna inandığın dostlarına, bundan böyle her gün Yeniçağ okumaları için ısrar et, ricada bulun. Bunun vatan için önemini onlara anlat ve gerekirse gazetelerin parasını cebinden karşılayacağını söyle. Aziz dost, biriktirdiğin değil, vatan, millet ve Allah yolunda sarf ettiğin senindir. Sen Yeniçağ’ı Allah rızası için, “Vatan sevgisi imândandır” desteklediğine inan, öyle değilse bırak bunun hesabını Allah’a bizler verelim, Yeniçağ’cılar versin..
Sümbül Efendi’nin vaazı nasıl mı bitmiş?
Efendim o çok daha derinlere dalmış, anlatmış, anlatmış ve tekrar sormuş:
“Anladınız mı ey cemaat?”
Cemaat hep bir ağızdan cevap vermiş:
“Anlamadık!”
Sümbül Efendi’nin o vaazdaki son sözü şu olmuş:
“Bunu ne siz anladınız, ne direğin dibindeki anladı. Bunu yalnız ben anladım!”

* * *

Bilmem anlatabildik mi!

Yazarın Diğer Yazıları