Kendimi arıyorum... Ulaşamıyorum!

Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınan Balbay serbest bırakıldı. “İncelemesi devam eden” cep telefonu ise hâlâ gözaltında...

Cep telefonumu veriyorum: 0533-3188486... Yasal izin alınarak dinlenen bu telefonum halen Terörle Mücadele  şubesinde gözaltında...
Serbest bırakılma kararından sonra polislere sordum:
- Cep telefonumu alabilir miyim?
 “Hayır” dediler,  “cep telefonunuzun incelemesi henüz bitmedi”...
Ne zaman biter diye sordum: “Biz sizi ararız” yanıtını verdiler.
Dün öğleden sonra cep telefonumdan kendimi aradım. Benimle muhatap olmuyor. Şu kayıt çıkıyor:
 “Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız. Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. ”
Haydi dedim kendime bir mesaj geçeyim: “Balbay’cığım geçmiş olsun. Bizi biraz üzdün ama olsun... Bu da geçer. Gözaltındayken aleyhinde çıkan haber ve yorumlara ya da sessiz kalanlara aldırma. Az da olsa lehine çıkan yazılar her şeyi özetliyor! Sakın kafanı sürekli bu olayla meşgul edip kafayı yeme. Sen bize lazımsın!”
Kendime ulaşamadım... Mesaj kutusu dolmuş, “Daha sonra tekrar arayın”  diyor! Kendimi aramaya devam edeceğim...
Gözaltı süresince bana iyi davranan TEM polislerinin cep telefonuma da aynı özeni göstereceklerine inanıyorum.

* * *

Gerek Cumhuriyet Savcısı’na gerekse nöbetçi mahkeme başkanına ifademi verdikten sonra, dışarıda ayrıntılı yorum yapmamamın daha sağlıklı olacağı yönünde değerlendirme aldım.
Haklı olduklarını düşündüğüm için  “Tabii ki” dedim... Soruşturmanın gizliliği esası bunu gerektiriyor. Arkadaşlarla vedalaşıp Ankara’ya dönmeye hazırlanırken, birkaç gazete yöneticisinin şu mesajı ilettiğini öğrendim:
 “Balbay’a söyleyin, savcılıkta ve mahkemede verdiği ifade elimizde...”
Ne diyebilirim ki? Ben daha Ankara’ya dönmeden ifademiz gazete merkezlerine ulaşmış!
Bolu dolaylarında Fikret Bila ulaştı: “Balbay’cığım geçmiş olsun. Çok sevindim. Bizim İstanbul’a senin ifaden ulaşmış. Başlığa çıkaracakları bölümü söylüyorum...”
Savcılık ve nöbetçi mahkeme makamına verdiğim söz havada kaldı. Bana yöneltilen soruları ve verdiğim yanıtları anlatmazsam, medyada yer alan şeklini tümüyle kabul etmiş olacağım. O yüzden ben de olabildiğince ayrıntılı bilgi verme gereği duydum.
Elimde bazı gizli belgelerin olması sorgulama konusu yapılmıştı. Bana bunu yapan makamın gizli sorgusu birkaç saat sonra gazete bürolarına ulaşıyor!
Ne yaman çelişki...
*  Mustafa Balbay/Cumhuriyet


++++++

Yandaş gazetecilerin asıl mesleğini öğrendik: Aşureciler
Gizli tanık da bildiklerini, gördüklerini, duyduklarını açıkladı. Kimliği gizleniyor.
Teknolojiyi üreten, geliştiren ve yargının hizmetine sokan var olsun, sağ olsun, Allah ondan bin kere razı olsun. Sorgu odasına konulan teknolojik sistem sayesinde gizli tanığın yüzü, kaşı, gözü, burnu bulanıklaşıyor. Sesi de teknik hilelerle değiştiriliyor.
Gizli tanık konuşuyor: Gazi olaylarını da Ergenekoncular çıkarmış. Yargıtay baskınını yapıp hakimi öldürenler de Ergenekoncular olabilirmiş. Doçent Dr. Hablemitoğlu’nu ve Hrant Dink’i de vurduranlar Ergenekoncular... Ve hatta Tansu Çiller Başbakan iken onun bankacı kocası Özer Çiller bir  “katliam ekibi”  kurmuş ve 200 kişiyi Osman Gürbüz adlı bir tetikçiye öldürtmüş.  Ergenekon turşuydu. Şimdi aşure oldu.

* * *

Dileyelim bu aşurenin dibi tutmaz.
Umut edelim, Tanrıya yalvaralım, dua edelim; Ergenekon davamız uyduruk, dayanağı olmayan, tutarsız belgeler, iddialar, ifadeler yığını haline gelmesin.
 “Bir numara”  var diyorlardı.
Nerede birinci adam? Örgütün en başı! Kim bu bir numara adam? Şekeri, ülseri, yüksek tansiyonu var mı, kaç yaşındadır? Çoğunluğu 70 yaşında emekli darbecileri örgütünde topladığına göre bu “bir numara” kesin 90 yaşındadır.
Daha fazla demokrasi. Sonuna kadar demokrasi. Dibine kadar demokrasi.
Ergenekon savcıları; ne kadar bulabilirlerse o kadar gizli ve açık tanık bularak bu “bir numara”yı getirip adaletin elinde terazi tutan gözleri bağlanmış kızın önüne koymalılar.
Ahmet Altan, Murat Belge, Yasemin Çongar, Mehmet Altan, Cengiz Çandar, Ali Bayramoğlu, Şahin Alpay, Etyen Mahçupyan, Eser Karakaş gibi günümüzün “derin gazeteciliğine soyunmuş”  arkadaşlar; Başbakan’dan, Cumhurbaşkanı’ndan, iktidar kaynaklarından, savcılardan, genelkurmaydan, polis güçlerinden, CIA ajanlarından, Avrupa Birliği’nden, tarikat çevrelerinden, gözü yaşlı vaazcı hoca efendilerden, ağlama duvarı fotoğrafı köstebeği ile Dağlıca baskını köstebeklerinden ne kadar bilgi, belge, kanıt, sızdırma rapor, yazdırma senaryo, uydurma ifade varsa almalılar ve  “bir numara yakalanıncaya ve ülkemizdeki darbeci virüsünün kökü iyice kazınıncaya kadar” yazmalılar. Onlara omuz vermezsen tiniyetsizim.
Fakat aşure yapmasınlar.
Bu arkadaşlar; ülkemizde ağır bir tarikatlaşmanın ve siyasette arsız bir din istismarının yaşandığı şu dönemde, kapatma davasına karşı iktidarın üretip sarıldığı  “misilleme silahlarının”  barutu, fişeği, mermisi olmasınlar. Elinize  “demokrasi kutsal sopasını alıp” iktidar partisinin uygulamalarını eleştiren herkesi;  “Yoksa sen demokrasiye karşı mısın...” diye köşeye sıkıştırma ucuzluğuna girmesinler.
Şunu bilin:
Sizden daha demokratız.
Dün Ahmet Altan’ın tek ve emredici ses olduğu Taraf Gazetesi’nde bir yazımdan cımbızlama yoluyla alıntı yapılarak; bana  “Ergenekon’un varlığını inkar eden ibretlik yazar”  çürütmeciliği yapıldı.
Ahmet Altan sana şunu söyleyeyim: Ben, senin bir zamanlar  “Kadın vajinası üzerine”  yazılmış pespaye romanının yasaklanmasına bile karşı çıkacak kadar ileri demokratım.
Bulun bir numarayı.
İftira atmadan...
İktidara, CIA’ye, ABD’ye ve AB’ye alet olmadan gazetecilik yapın, sizi destekliyeyim. Turşuculuğu, aşureciliği bize demokrat gazetecilik diye satmayın.


++++++

Kanun savaşçısı
A. İhsan Karahasanoğlu köşesinde hukuk dersi veriyor. Son öğrencisi Deniz Baykal. Vakit yazarı Baykal’a diyor ki, ”Terör örgütüne sahip çıkmanın suç olduğunu bilerek, milletvekillerinin TBMM üyeliğinden ayrılmadan terör örgütü sanıklarının avukatlığını üstlenemeyeceklerini bilerek... ’Ergenekon’un avukatıyım’diyorsun.”
Hukukçu değilim ama “suçu ispatlanana kadar herkes masumdur” biçiminde ’klasikleşmiş’ evrensel kuralı herkes kadar bilirim. Bir haftadır kanun savaşçılığı yapan Karahasanoğlu “darbecilerin sorgulanması, devlet gazetesinden işkence gibi gösteriliyor” derken veya “terör örgütü” etiketi yapıştırırken “bilerek” sergilemiyor mu tavrını?

 

++++++

KRİTER
Erdoğan ‘Avrupa aşkıyla’ futbolculuk günlerine dönmeye kalkar, hele bir deTerim’den taktik alırsa...
Dilerim, ayakla idare edilen bir toptan değil, beyinle yönetilmesi gereken devletten sorumlu olduğunu unutmaz. Top “out”a giderse telafisi olur, ama ya devlet giderse?..

 

++++++

Mümtaz’er Türköne Abant’ta hızını  alamadı anlaşılan...
Atatürk’ün travmasıymış
Abant Platformu’daki “Türkiye’yi kim kurdu” polemiğine damgasını vuran Mümtaz’er Türköne içini Yeni Şafak’a döktü. Cumhuriyet değerlerini “devleti kuranların kâbuslarının ürünü” sayan Türköne, Dengir Fırat’ı aratmadı. “Cumhuriyetin kurulmasında Anadolu halkının fazla payı yoktur. Anadolu düşman çizmesini, yurt kaybetmeyi tatmamış”tır diyen Türköne, Cumhuriyet’in “vatanını kaybeden Atatürk’ün yaşadığı travmanın sonucu” olduğunu söyledi.
Türköne Şemdinliyi değerlendirirken de ordunun “PKK yapmıyorsa PKK terörünü de biz yaparız” düşüncesiyle hareket ettiğini söyledi ve “Cinayetle devlet yaşamaz” dedi.


++++++

AKP medyası
Sınıfta kaldılar

Geçen haftanın ilginç gelişmelerinden biri, AKP medyasının artık her türlü ahlaki, vicdani ve yasal kuralları bir kenara bırakıp müthiş bir kampanyaya başlamasıydı. Aynı gün 4 gazete birden aynı manşetle çıktı. Bu Türk basınında bir ilkti.
AKP medyası bu tür hayali haberler üretmenin yanısıra, kendileri gibi düşünmeyen herkesi karalama ve ihbar furyası da başlattı. Ergenekon operasyonunun süreceğini, asıl medya ayağına henüz gelinmediğini, tutuklanacak çok sayıda gazeteci olması gerektiğini yazdılar. Bu belki de kısa bir süre sonra tarihe karışacak olmanın yarattığı bir hezeyandı. En doğrusu, bu çirkin çığlıklara gülüp geçmek.
* Can Ataklı / Vatan

 

++++++

MİNİ  YORUM
Devletin tasfiyesi
Emekli Askeri Hakim Albay Ümit Kardaş, gazeteci Ecevit Kılıç’la söyleşisinde Tolon ve Eruygur’un gözaltılarının orduyla mutabakat sağlanarak yapıldığını vurguluyor. “Ordu gözaltılara reaksiyon göstermek yerine onay veriyor” diyen Kardaş’a göre neden, “ulusalcı kesim”in hem rejim, hem ordu tarafından “taşınamaz” hale gelmesi. Genelkurmay “ordu milliyetçiliği taşıyamıyor” iddiasını bir an evvel çürütmelidir.  Kardaş diyor ki, “Amerika’ya yakın duran kesimin karşısında milliyetçiler yer alıyor. ABD bunların tasfiyesine yeşil ışık yakmış olabilir.” Milliyetçiliğin devlet kurumlarından -hem de dış güçler eliyle- tasfiye edilmesi aslında kurucu fikri Türk Miliyetçiliği olan devletin tasfiyesi demek değil midir?
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları