Demek federasyon ha?

1977’de Makarios’la, 1979’da Kipriyanu ile mutabık kaldığımız “iki toplumlu, iki kesimli federasyonu” 1983’e kadar Kipriyanu ile görüştüm. Sonunda Kipriyanu “ben federasyona inanmıyorum; Makarios’un vasiyetini yerine getirdim” diyerek Makarios’un “Enosis’e en yakın nokta” addettiği “meşru Kıbrıs Hükümeti unvanından” taviz vermediğini açıklamıştı. Vasiliyu, Klerides ve Papadopulos da Türklerle yeniden eşit şartlarda yeni bir ortaklık anlaşması yaparak bunu Türkiye’nin garantilemesini (ve Enosis’i yeniden saf dışı bırakan kişiler olarak tarihe geçmeyi) kabul edemediler. Klerides’in de dediği gibi  “içimizde Türk cumhurbaşkanı yardımcısı, Türk bakanlar, Türk mebuslar olmadığı halde dünya bizi meşru hükümet olarak tanıdığına göre Türklere ne diye taviz verecekmişiz? Ya istediğimizi kabul edecekler, ya da çekip gidecekler” konumunda oldukları sürece “Kıbrıs Hükümeti” olarak uzlaşmaya ihtiyaçları yoktur. Onlara göre “Kıbrıs meselesi 1974’te başlamış işgal meselesidir; işgal kalksın, ada normale dönecektir”. Kıbrıs meselesinin her yönü tartışılmış fakat bizimle yeni bir ortaklık oluşturmak -hem de coğrafyaya dayalı bir ortaklık- hiç arzu edilmemiş, buna hiç ihtiyaç duyulmamıştır.
Federasyonlar (1) üniter bir ülkenin idari açıdan vilâyetlere bölünerek idare edilmesi veya (2) etnik nedenlerle, müşterek bir merkeze bağlı olarak vilâyet sistemiyle idaresi veya (3) eskiden Libya ile Suriye’nin yaptıkları gibi müşterek çıkarlar için iki egemen devletin federal bir çatı oluşturması şeklinde tecelli edebiliyor. Dünya tarihi ise federasyonların arka arkaya ayrı egemenliklere dönüştüğü devreyi yaşamaktadır.
1960 Antlaşması da Kıbrıs’ta “fonksiyonlar açısından” iki etnik grubun oluşturduğu federal bir çatı oluşturmuştu. Rum tarafı bunu yıkınca 1968’de bölgesel otonomi adı altında bu anlaşmaya coğrafi bir zemin getirmeye çalıştık. Olmadı. Eşitlik-egemenlikte ortaklık, kurucu ortak statüsü, garantilerin devamı reddedildi. Barış Harekâtı’ndan sonra aynı ilkeleri içeren federasyon önerileri de bugüne kadar kabul edilmedi. Şimdi, KKTC tanınabilir korkusuyla “iki toplumlu, iki kesimli” federasyonu görüşmeyi kabul eden Rum tarafı bizi getirmiş olduğu çizgide “AB normlarını ve BM kararlarını” temel alarak hem KKTC’den-ayrı egemenlikten- kendi kaderimizi tayin hakkımızdan kurtulmuş oluyor ve iki kesimlilikle garantilerden kurtulma kapılarını da ardına kadar açmış bulunuyor.
Bunları bir kenara koyalım ve Kıbrıs’ta “tarafların samimi arzusu ile” dostluğa ve dostça işbirliğine, karşılıklı güvene dayalı federal bir çatının kurulup kurulamayacağına bakalım. Evvelâ, iki taraf arasındaki güvensizlik ve “evlât-kuyruk” acıları 1959-60 yıllarından çok daha fazladır. Kilise “ölüm pahasına federasyona hayır” demektedir. Meclis Başkanı, Hristofyas’ı destekleyen parti adına “adaleti sağlamayacak (yani çoğunluk idaresini vurgulamayacak), işgale son vermeyecek, devletin halkın ve kurumların birliğini tesis etmeyecek, kolonizasyona son vermeyecek hileli çözümlere (yani federasyona) hayır” demektedir. BM’nin yaptığı kamu yoklamasına göre Rum gençliğinin yüzde 65’i ve genelde Rumların yüzde 45’i Türklerle bir arada yaşamak istememektedir. Hristofyas “varılacak anlaşmanın çalışabilirliği olmalıdır” demek suretiyle 1960 Antlaşması’nın da gerisinde bir resim çizmektedir. Rum tarafına giden iki Türk taşlı sopalı saldırıya uğradı. Saldırganlar “Türklere ölüm; Kıbrıs Yunan’dır” diye haykırarak saldırmışlar. Yeni silâhlı bir örgüt caminin camlarını kırmış. Bu olaylar içten içe var olan husumetin göstergeleridir. Bir Türk genci bir Rum kızına âşık olmuş, evlenmişler. Rum istihbarat mensupları bu çifte hayatı zehir etmekte. Ve biz iki toplumlu, iki kesimli, tek egemenliği, tek halkı olan federasyon konuşuyoruz. Hristofyas “Acelem yok” diyor. Biz derhal boyunduruğu boynumuza takmak acelesi içindeyiz. Allah yardımcımız olmazsa işimiz çok zor.  

Yazarın Diğer Yazıları