Seçmece bunlar

Attıkları başlıklarla ülkeyi yönettiklerini sananlar, gazete okuyan insanların zekasıyla dalga geçiyorlar
Star’ın habere verdiği  “Çocuklar iki kelime konuşsa tamamdık” başlığını okuyunca “Kemal Kerinçsiz ile Veli Küçük kesin Danıştay saldırısının içinde, şimdi yaralarını kaşınıyor, panikten ne yapacaklarını şaşırmışlar” diye düşünüyorsunuz. Haberi okuduğunuzda ortaya çıkan sonuç ise bambaşka. Kerinçsiz telefonda görüştüğü Küçük’e,  “Paşam, Allah’tan bunlar bir tezgah kurmadılar. Bu yakalanan çocuklara iki kelime konuştursalardı tamamdık yani, aman aman yani, herşeyi yapabilir bunlar, bu da bir tezgah işte..”  dediğini öğreniyoruz. Yani Kerinçsiz “Paşam çocuklar konuşursa yanarız”  demiyor.  “Bir tezgah kurulur da bu çocukları bizi olaya karıştırmaya zorlarlarsa, bu çocuklar kullanılırsa” kaygısını dile getiriyor.
Uyuşturucu baskınında birinci polis uyuşturucuyu hedefin cebine bırakıverir, ikinci polis de gelip eliyle koymuş gibi bulur hikayesi vardır ya... O misal.
Bu tür olaylara vakıf olacak tecrübeye sahip Türk Milleti bunu çözer de, bu milleti sözüm ona yönlendirecek medya çözemez işte!
 “Konuşmak” ile  “konuşturulmak” fiilleri arasındaki farkı da algılayamıyorlarsa gazetecilik yapmasınlar. Biri etkin, biri edilgin!


2500 sayfalık şakaname
Ergenekon’un suikast listeleri yayınlanıyor. Bakıyorum listeye, Ümraniye soruşturmasına bağlanarak “Ergenekon işi” ilan edilen Danıştay saldırısından sonra “polis muhbiri” olarak gündeme gelen Erhan Tuncel’i savunduğu için “Ergenekoncu katil himayecisi” ilan edilen Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek var!
Ergenekon’dan tutuklu Şener Eruygur var!
 “Ergenekon’un avukatı” Deniz Baykal var!
Bir ara neredeyse “1 numara” ilan edilecek olan, aynı zamanda Ergenekon finansörü(!) eski Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer var!
Kemal Anadol, Vural Savaş, Tuncay Özkan... gibi darbeciler var!
Ergenekon’un içindeki Ergenekon, dışındaki Ergenekon’u yok edecekti demek ki...
Birşey anlamadınız değil mi?
Kimse anlamıyor zaten!
Matruşkalarla oynayan çocuklara döndük.İddianamenin sayfalarını çevirdikçe yeni iddialar doğuyor.

 

Dedikodu
Detayları okudukça, iddianamenin 2500 sayfaya nasıl ulaştığı kendini belli ediyor. Hürriyet’in manşetine taşınan iki iddia, Mehmet Ağar ve Deniz Baykal’ın rüşvet aldığı yönünde. Buna göre Ağar, Tayyip Erdoğan’dan 60 milyon dolar, Baykal da özel bir firmadan 5 milyon dolar almış. Bu iddiaların belgesi var mı? Yok! Bilgisi nereden?  Sanıkların konuşmaları sırasında yaptıkları dedikodulardan!... İnsanlar bu dedikoduyu nereden okuyor: Hürriyet’in sürmanşetinden!

 

Bu yazıdan Ertuğrul Özkök de alınmalı mı?
Üç tür sansür vardır:
Yasaların sansürü. İktidarın sansürü. Patronun sansürü.
Bu üçü de önemli değildir. Gazetecilik onuru bunları nasıl olsa aşar. Ama bir dördüncü sansür vardır ki, içine oturdu mu o sansür heyeti, ondan asla kurtulamaz gazeteci. Nereye gitse o sansür heyeti de birlikte gider. Kaçsa, içindedir... Tam gerekeni yazacağı anda içindeki sansürcü “Olmaz ama...” der. Ve gazetecinin bir gözü hafif küçülür o an... O sansür anıdır.
Düşünmeye başlar... Sandalyesinde, önce sağ kalçasının, sonra sol kalçasının üzerinde yaylanıp, psikolojik olarak yerinin rahatlığını test eder... Bilgisayara uzanmış elini çeker... Sırayla parmaklarını çıtlatır, tekrar başparmağına döner. Elini tekrar bilgisayara uzattığında, yarı yolda tutup içindeki sansür heyetine kulak kabartır. İçindeki sansür heyetinden ses gelir: “Sakın ha...”
Gözünün önünde bazı görüntüler belirir gazetecinin; bu görüntüler onun tıynetine göre değişir. Kimisinin gözünün önüne Genel Yayın Yönetmeni’nin yüzü gelir... Kimisine patronun yüzü... Patronun yüzü asıktır ve sanki bir şeye canı sıkılmıştır, yan gözle kendisine bakmaktadır... Kimisi.. Artık tıynetine göre; kimisi Başbakan’ın uçağını görür... Uçağın geyik derisi koltuğuna oturmuştur... Başbakan tam karşısındadır... Hep birlikte gülerkenki fotoğraf çekilmektedir. Ve o birazdan  “Başbakan ile havada...” başlıklı yazısını yazacaktır. Kimisinin aklına Çankaya’da Cumhurbaşkanı’nın sofrası gelir. Beyaz eldivenli garson tabağına dolma koymaktadır, dolmayı çatalla ikiye ayırırken, Cumhurbaşkanı’na “Beyefendi, sizin varlığınız demokrasi için teminattır hakikaten...” demektedir ve Cumhurbaşkanı mutlandığı için bıyıkları gülme pozisyonu almıştır...
Şu sıralarda kutlanan, sansürün kaldırılışının yüzüncü yılında en tehlikelisi gazetecinin içindeki sansür heyetidir.
O hálá oradadır... Dönekleşir, kıvırır, kaypaklaşır... Ama kurtulamaz gazeteci...
* Bekir Coşkun / Hürriyet


+++++



Körler sağırlar, birbirini ağırlar
“Bana Tiran diyenler beni tanımıyor. Tony de, Silvio da, halk da bana Tayyip der!”
Hürriyet, Ertuğrul Özkök’ün Erdoğan ile yaptığı röportajı yayımlarken iki güne yaydı.
Röportajın ilk günü, Erdoğan kılığı-kıyafeti-oturuşu-ü slubu ... gibi Özkök’ün nispeten uzman olduğu konular üzerinden kaynadı gitti.
İkinci güne sarkan kısımda, Erdoğan AKP’nin kendi zenginini yarattığı iddialarına, “somut sorun, kim mesela”  yanıtı veriyor.
Büyük gazeteci Özkök, somut sorun diyerek konunun önü açılmışken, dili tutulmuş gibi, ATV-Sabah satışı diyor kalıyor. Gemicikler, mısırlar, yumurtalar, yüzlerce daire sahibi olmalar, orman arazilerine konmalar... zihninden siliniveriyor. Ruh halini bilemeyiz. Belki “ihaleler” diye devam etse, Başbakan da bazı “İddia”larda bulunur diye çekinmiştir.
Ümraniye soruşturması kapsamında gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra, ölüme tahliye edilen Kuddusi Okkır için Başbakan hala  “ihmal var” diyemiyor.  “İhmal varsa hesabı sorulur” bile diyemiyor. Sadece “insani olarak üzücü ama soruşturmayı bekleyelim” diyor. Yani “adam ölüp gitmiş ama suçlu muçlu bulunur, ben arkasından üzülmek acele etmem” demeye getiriyor.
Soruşturmada keyfi uygulamalar konusuna yaklaşımı da, bildiğimiz Erdoğan’ı bire bir yansıtıyor.  “Suçlu olmayanlar adaletin uygulanmasından rahatsız olmasın” diyor. İyi de ya suçlu değillerse? Dananın kuyruğu orada kopmuyor mu zaten?
Ertuğrul Özkök  “gazeteci olarak tatmin olmadım” diyor röportajla ilgili yorumunda. Gerekçesi, röportajın  “Hürriyet’in muhalefet yaptığı bir döneme denk gelmesi”  ve bu nedenle   “psikolojik ortamın elverişli olmaması”.
Biz de “gazeteci olarak” tatmin olmadık. Bizim gerekçemiz, Özkök’ün “Başbakan’ın ricası üzerine bazı soruların cevaplarını yayımlamaması”. Özkök, Cumhurbaşkanlığı ve türban konularındaki cevapları kapatma davası sonuçlandıktan sonra yayınlayacakmış. Halbuki, davanın temelini oluşturan bu konularda Başbakan’ın  “son tahlil”ini ele geçiren bir gazeteci gündemi 12’den vurmayı erteler mi? Veya neden erteler?
Özkök, bu röportajla okurunu da tatmin edemiyor. Çünkü hemen her sorudan sonra  “Başbakan sinirlenmeden cevapladı, Başbakan sakindi, uysaldı”, vs.. gibi sevimlileştirme çabası göz çıkarıyor.
Bu çaba Erdoğan’ın  “Benim milletime karşı hiçbir zaman kinle, nefretle davranmam mümkün değildir” sözleriyle tamamlanıyor zaten. Oysa geride kalan 6 yıl bu sözleri çürütecek delil deposu gibi.


+++++

Tam yerine rast geldi manzara koyduk
Mehmet Ali Birand, Sözcü’den Esra Harmanda’nın gündeme dair sorularını cevaplandırdı. AKP iktidarı, Ergenekon, Cumhurbaşkanı Gül ve laik-antilaik kutuplaşmasına dair sorular karşısında uzun uzun konuşan Birand, Harmanda, TRT Teftiş Kurulu’nun hakkında açtığı davayı hatırlatınca sessizliğe büründü.
Olay Harmanda’nın satırlarına şöyle yansıdı:
 “Bu soruyu muhakkak sormalıyım... TRT döenminde TRT Teftiş Kurulu’nca hakkınızda açılan 2 dava var. Birisi kesinleşmiş ve para cezasına çevrilmiş. Diğeri ise zaman aşımına uğramış. Bu olaydan dolayı zarar gördünüz mü? Bu olayla anılmak sizi üzüyor mu? Olayın gerçeğini sizden öğrenebilirmiyiz? Neden Mehmet Ali Birand bu işin içinde? Ancak Birand sorularımı cevapsız bıraktı”
Birand’ın röportajı aniden kesmesine de bozulan Sözcü muhabiri, yaşadığı sıkıntıyı “Mehmet Ali Bey saatine baktı ve birden ayağa kalktı ” Çok geç kaldım “ dedi. ” Ama efendim sorularım bitmedi “ dediysem de ” zamanım yok özür dilerim “ demez mi. Ortada kalakaldım!” sözleriyle aktardı.


+++++

Vakit’in yazarı için 26 yıl ceza istendi
VAKİT Gazetesi yazarı 76 yaşındaki Hüseyin Üzmez hakkında, küçük yaştaki kıza ‘cinsel saldırıda bulunarak beden ve ruh sağlığının bozulmasına neden olduğu ’suçlamasıyla Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Bursa E Tipi Cezaevi’nde 3 aydır tutuklu bulunan Hüseyin Üzmez, 26 * Fuat Kars / Vatan


+++++

MİNİ YORUM
Bomba önleminde çifte standart
Saçı başı ağırmış,  toptan aldığı malı, bir yerde seyyar satmak üzere taşıdığı belli, o hattın yolcularına aşina olduğu belli yaşlı amca  paketi olduğu gerekçesiyle otobüse alınmadı...
Aynı şoför kocaman valizli çıtır kızı gülümseyerek aldı otobüse...
Siyah poşetle gizlenen büyük bir paket taşıyan, takım elbiseli adamı da öyle...
İETT  'paket' ve "bombacı"yı kılık kıyafet, cinsiyet, yaşla mı tanımlıyor?
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları