Cümleten üşüttük!

Allah şifa versin


Başlarken
Anayasa Mahkemesi’nin türban düzenlemesinin iptali  kararı,  kapatma davası, Ümraniye Soruşturması derken ilk belirtileri ortaya çıkan hastalıklı hal, Güngören’deki bombalarla birlikte, gazete sayfalarını esir aldı.
Türkiye’deki her gelişme yandaşlık-karşıtlık tavrı içerisinde değerlendiriliyor. Kutuplaşmaya, kamplaşmaya, ayrışmaya karşı tek yürek olma çağrılarında da durum değişmiyor. Omuz omuza olmak için bile iki cepheden birinin çatısı altına girmek dayatılıyor.
Konjonktürel olarak zaman zaman kaşınan Alevi-Sünni, Türk-Kürt, Sağcı-Solcu... cepheleşmesi, çatışma, çarpışma, birbirini boğazlama toplumun bütün kesimlerinde yaşanabilir. Olmamalı ama ihtimal dahilindedir,
Medya kendini bütün bu tavır ve tepki biçimlerinden soyutlamayı başarmış olmalıdır. Gazetecilik ancak bir odağa (fikir, kurum, sistem, inanç...) tam teslim olmadan yapılabilir. Yüzde yüz nesnel değenlendirmeler yapabilme kabiliyeti gerektirir. Aksi takdirde okuyucusuna gerçeği ulaştırma ihtimali zayıflar.
Köşelerimizde bolca rastladığımız akademisyenler için bu esaslar misliyle geçerlidir. Onlar da bilimden ödün vemeden algılayabilme erdemi göstermelidirler.
Yazık ki Türkiye’de para, konuşulurluk, makam... gazeteciliği de, akademiyi de yozlaştırdı. Bu ülkenin yönlendirici güçleri olan siyaset, sermaye, medya ve üniversite çevrelerinin ‘kararlılıkla yaptığı’ tek şey ‘hesaplaşma’dır. Bu hesaplaşma; doğru, adalet aranmadığı ve tarafgir olunduğu için de kör döğüşü biçimde başlamış, gelişmiş ve sonuçlandırılamamıştır.
En başta dediğimiz gibi, toplumun bütün kesimleri bu hesaplaşmanın parçası olabilirler. Ancak gazetecilerin ve aydınların bu hesaplamaya alet olmaları, kalemlerini ve fikirlerini, ‘bedelli’ veya ‘bedelsiz’, ‘ucuza’ veya ‘fahiş transfer ücretlerine’ göre kullandırmaları, ülkenin üzerine çöken karanlıktan çıkmasını zorlaştırır.  Türkiye’de bu olmaktadır. Gazeteciler ve aydınlar (istisnalar olmakla birlikte) geniş ölçüde ikditara, güce, paraya biat etmişlerdir. Bu ısmarlama düşünce gücü ilk zamanlarda ‘ucuz pohpohlamalar’ ve ‘çamur at izi kalsın’ biçimindeki iftiralardan ibaretken, kalemini satılığa çıkaran insanlarda yeni-güçlü-zengin hayatın tadı bağımlılık yaratmıştır. Bu bağımlılık onları yazdıklarına inanır hale getirmiştir.
Ve şimdi Türkiye’nin toplum mühendisleri paranoya, histeri, şizofreni nöbetleri geçiren, zihinleri bulanık, hastılıklı kişilerdir. Her biri tedaviye muhtaçtır. Çünkü ‘sipariş üzerine kurguladıkları dünya’da yaşamaktadırlar. Hayattan, gerçeklerden, ülkelerinden ve insanlarından kopmuşlardır...

 

CONTALARI YAKANLAR

‘Cuk oturan’ senaryo yazılır
( Olup biteni rahatlıkla çıplak gözle görebiliriz. O kadar acemice tezgahlar... O kadar şeffaf maskeler... Yine de gözlerimizin bilinmeyen ellerce bağlandığına inandırmışız görünmeyeni kovalıyoruz. Oray da bu psikolojide herhalde. Kim değil ki! )
Devletler, toplumu normal şartlarda ikna edemeyecekleri kararları bu gibi şokların ardından kolaylıkla alabilirler. Bu bağlamda 11 Eylül’ün Amerika’nın savaşa girmesine vesile olduğuna inananların sayısı da hiç az değil.
Acaba Güngören’deki patlama ve bundan sonra olabilecek başka eylemler, başka terör olayları da Türkiye halkı üzerinde bir “şok” yaratmak için tasarlanmış olabilir mi?
Ergenekon davasının Türkiye’nin yeni dünya düzenindeki yerinin yeniden şekillendirilmesiyle ilgili olduğu tezine bu gibi terör olayları cuk oturuyor.
* Oray Eğin/Akşam


Aklın neredeydi primat?
( Çok zaman kayışı kopardığını düşünmüşümdür aslında. Ama bozuk saat misali, doğruyu gösterdiği zamana denk geldi bu sınıflandırma. Nihayet gazeteci olduğunu hatırladı. Lakin, milleti bombacı, katil, terörist ilan eden onca manşeti attıktan sonra aşağıdaki satırları kayda değer bulunur mu, takdir okurun. )
Gazete ve gazeteci olarak görevimiz, iddianamedeki haber unsuru taşıyan bilgileri okuyucularımıza aktarmaktan ibaret olmalı. Davaya müdahale, yönlendirme, bu çeşit yorumlara girmek köşe yazarları için bile yasaklı alan olmalıdır.  İddianameyi haber olarak yansıtırken de bazı ölçütlerimiz olmalı. Örneğin birtakım gizli tanıkların anlattıklarını savcının anlatımı veya savcının resmi suçlaması olarak yansıtmamalıyız.
* İsmet Berkan/Radikal

 


DİŞLİLERİ KIRANLAR


Zorlanıyorsan bırak hocam

( Şuurundan şüphem olsa su kaynattı diyeceğim ama çelik gibidir iradesi Eser Hoca’nın. ‘Yuh artık’ dedirtse bile vardır bir bildiği(!) Yazdıklarına inanmasa da inandırma ustalığına sahip, gerçek bir kalemşördür. Ama hocam madem yordu seni gündem; yazma, hem öğrencilerin de seni bekler. Git onlarla boğaza karşı çekirdek çıtla!)
Güngören faciasında PKK örgütünün adı bir biçimde geçiyor ama böyle bir eylemle neyi amaçlayabileceği kafamızda şekillenemiyor, bu bombayla ‘Ergenekon davası ve parti kapatma konusu arasında bir ilişiki var mı’ ister istemez gündeme geliyor.  PKK kim, kaç PKK var, PKK adı altında DHKP-C gibi taşeronlar var mı belli değil.  Bu gün yazı yazmak gerçekten çok zor.
* Eser Karakaş/Star


Brüksel Brüksel duy sesimizi
( Brüksel, Ergun’un ayak seslerini duysun da gerisi teferruat. O ekonomik krizi de, eğitim, sağlık, yol, su, elektrik sorunu da, başörtüsünü de, TSK-iktidar kavgasını da... yüzüne biraz hızlı çarpsa rüzgarı, yağmuru da “ezilen halkların hakları”na bağlardı. Terörü nasıl bağlamasın.)
Ergenekon iddianamesini hazırlayan Zekeriya Öz’ün çarpıcı bir bulgusu var:  “Ergenekon terör örgütünün; ülkemizde Türk-Kürt çatışmasının başlamasına sebebiyet verecek suikast hazırlıkları yaptıkları tespit edilmiştir.”
Hedefiniz güven duygusunu yok etmek, hukuk düzenini sarsmaksa, Kürt kökenli siyasetçi de öldürtürsünüz, bomba da koydurursunuz. Ülkede düzenin bozulmasından fayda bekleyen terör örgütü de hazır beklemektedir zaten.
Bu kanlı bir yatak arkadaşlığıdır.
* Ergun Babahan / Sabah


Geçirdiği travmanın farkında
( Kendisi de farkında travma yaşadığının. Bu da demek oluyor ki Altan kardeşlerden biri için de olsa umut var. Dilerim tedaviye olumlu yanıt verir de, ‘karanlıktan çıkıp aydınlığa’ döner. )
Bu vahşet... Fanatik Ergenekon yan daşlarının...’Temizlenmekten’ korkan ’derin devletçilerin’...  Onların taşeronu terör örgütlerinin hesabına uygun gözükmekte.
Baktım açıklamalar PKK’yı gösteriyor... Ama PKK denen ne, kim, kimin yönlendirmesinde...  Üstelik PKK, ’ben yapmadım’ diyor. Güngören’deki alçaklık.. Ergenekon ertesinde.. Kıbrıs meselesinden.. Ermeni meselesinden aradığını bulamayanların...   Daha önce bunu deneyip de başaramayanların son ve çaresiz bir girişimi olabilir...
* Mehmet Altan/Star


 

KAYIŞI KOPARANLAR

‘1 Numara’ Charlie ise sen de meleği olursun
( Nazlı 70’lerde kalmış. Ümraniye soruşturmasının hedefi ‘1 numara’ olsa olsa Charlie’dir diyor. Kendisi de belki Farrah olmayı düşledi. Ve sonra ne mi oldu. Takvime baktı: 2008. Dooğru kolonoskopiye. “Cana yakın” doktoru sayesinde o geçen yılların bıraktığı derin izlere rağmen hala “Farrah” olabileceğine inanıyor. )
Ergenekon davasında en fazla “bir numara” ilgimi çekiyor. Türkiye’de hiçbir şey gizli kalmaz ama, “1 numara” esrarını koruyor. Charlie’nin Melekleri diye bir dizi vardı. Melekler dahi, Charlie’yi tanımazdı. Sadece telefonda aldıkları direktifleri yerine getirirlerdi. Bu bizim “1 numara” sakın Charlie olmasın!                   
* Nazlı Ilıcak / Sabah


La havle...
( Ne yazdıysak anlamadılar. Belki bunu anlarlar diye umud ettim de attım başlığı. Vakit ve Hasan Karakaya bu yarışı, öyle at başı filan değil, tur bindirerek önde tamamladılar. Kurmayı planladığımız açık hava tamirhanesi, yok yok, şifahanesinde ilk olarak onları misafir etmek isteriz. “Milli iradeyi temsil eden Menderes, illegal yollarla nasıl alaşağı edildiyse, bugün milletin desteğini arkasına alan iktidara da aynı yöntemle gözdağı verilmek isteniyor” tezi bunu hak etti. )
 “Paranoyak” değilim! Güngören’deki patlama; PKK’nın taşeron olarak kullanıldığı Ergenekon yapımı bir eylemdir!.. Olayın meydana geldiği ”Menderes çıkmazı“ndan verilen mesaj da açıktır; ”Menderes’in akıbetini unutmayın!.. Biz daha ölmedik!.. 1 Numara’nın peşine düşmeyin!..
* Hasan Karakaya / Vakit

Sokak yasağı getirdi
( Bu yöntem Türkiye’de ilk defa denenmiyor bir kere! Adana’da 4 Ağustos 2006’da Oyakbank Küçüksaat Şubesi’nin ATM’sinde ses bombası patlatılmış, olay yerinde inceleme başladıktan sonra 30 metre ileride ikinci bomba patlatılmıştı. PKK’nın üstlendiği olayda 17 kişi yaralanmıştı. Allahım’ın en büyük komplo teorisyeni Fehmi Beyamca’nın bilgi eksikliğini yakalamayı nasip ettiği bu kutlu günde tadında bırakmak ve sadece sormak istiyorum. Sonuç ne Fehmi Beyamca? Ne yapalım? ‘On bin kişiyi de katleder bu deyyuslar’ deyip evlerimize mi kapanalım? 12 yaşındaki Şeyma, terörü lanet mitinginde mi, evinin balkonunda mı öldü?)
Güngören saldırısı Türkiye için yeni bir ’eylem’ türü: önce kalabalık toplayan, sonra çok sayıda can alan iki bomba ile eylem bir yenilik...  Ya eylem aslında üç aşamalı planlandıysa? İkinci eylemin hedefi onbinleri sokağa dökmek olabilir; daha fazla insanın hayatına kast edecek daha büyük bir eylemi sahnelemek ise...
* Fehmi Koru / Yeni Şafak


Hani hepimiz Hrant’tık?..
( Hrant Dink suikastinden sonra, binlerce kişiyi, tam teçhizatlı yürütmek, ‘hepimiz Hrant’ız’ demek serbest. İş ‘hepimiz Aleyna’yız’ demeye gelince, dur teröre pirim verme oldu öyle mi?)
Terör eylemlerine asıl anlamını verenin toplumun göstereceği tepki olduğunu akıldan çıkarmamakta yarar var. Bu eylemi Ergenekon lehine kullanmak isteyecekler hazır bekliyor... Eğer becerirlerle şiddetin devamı gelir...
Not: Ahmet Altan da bu kategoriye ve aynı sitemle dahil edilmiştir
* Etyen Mahçupyan/Taraf

Şiddetle yoğrulmuş
( Patlama karşısında en soğukkanlı tavrı sergileyen adam. Filistin kamplarından geçmiş, ne bombalar, ne katliamlar görmüş, 17 insanımızın ölümüne bile böyle “iyimser” bakıyor işte)
 Aydın Doğan “Türkiye’yi nasıl görüyorsun?” diye sordu. “İyimserim” dedim. Güngören’deki alçak saldırıyı işittikten sonra da bu düşüncemde değişme olmadı. Ergenekon iddianamesi sayesinde, Türkiye’nin “terörizm” e, cinayetlere, suikastlara, sabotajlara bağışıklık kazanacağını düşünüyorum.
* Cengiz Çandar/Referans


Biterken;
Bakın ‘madem yazıyorlar vardır bir bildikleri’ yanılgısına düşmeyin, sizi gütmeye çalışanların tuzağına düşmeyin, sandıkları gibi ‘koyun sürüsü olmadığınızı gösterin’ diye, medyamızın cezai ehliyete sahip olmadığını göstermeye çalıştım. Bu uğurda bütün ‘arıza’ çeşitlerini araştırdım. Mevcut teklemelerin büyük oranda teşhis edildiği bu raporu ve reçetesini eş, dost kim varsa dağıtın, çorbadaki tuzunuz lezzet katsın.Ey Yeniçağ Okuru; bundan sonraki hedefimiz, bu arızaların tamir inceliklerini kapıp, memleketi yolda bırakan mekanizmaları yenilemek olsun!

 


MİNİ YORUM
Transilvanya’da bir şatoda
Manşet bu da olurdu değil mi? Kan görünce ağzı sulanan bir güruhu oralar paklamaz mıydı? Biz de böyle boş gözlerle bilgisayar ekranını seyretmektense, elimizde kazıklar vampir avına çıkardık. Temiz iş olurdu.
Ama şimdi tek diyebildiğimiz bu: Allah şifa versin! Akıl fikir versin!
Türkiye, artık ‘gülmekten öte tepki veremediğimiz’ bir tehditle yaşıyor. Ve ‘tehdite gülüyor olmak’ bile başlı başına bir büyük sakatlık değil mi? Hepimiz nasipleniyoruz işte, adamı ‘üşüttüren’ iklimden.
* Selcan TAŞÇI

Yazarın Diğer Yazıları