Onlar, onlar, hep onlar

Görünen o ki, bugünlerde Türkiye’de yaşananlar kimseyi şaşırtmıyor. Türk askeri kendi sınırları içinde bir terör belası ile mücadele ederken, işgal ettiği Irak topraklarında ABD ordusundan fazla kayıp veriyor. Ülkenin yönetimine soyunan siyasi partiyi dış güçler finanse ediyor, kurduruyor, koruyor ve kolluyor. Ülkeyi koruyacak ve kollayacak komutanların belirlenmesinde de gene onlar etkili oluyor, onlara yakın olanlar seçiliyor. Dış politikamızı onlar kararlaştırıyor. Ekonomimize, memurumuza verilecek zamma, emekli maaşlarına hep onlar karar veriyor.   
Bütün kararlar onların...
Onlar ayrıca yasalarımızı da beğenmeyip kendilerine göre değiştirecek bir taslak hazırlayıp elimize veriyor. Bizimkiler de ellerindeki taslakla iş yapıyor gibi Meclis’te yasa çıkarıyor. Onlar hangi silahlara sahip olmamıza, uçaklarımızın hangi düşmana ateş açmasına, bizim hangi teröristi yakalamamız gerektiğine karar veriyor. Onlar hep sıcak istihbarat veriyor, ama ne hikmetse 200-300’ünü çevirdiğimiz teröristleri bir türlü yakalayamıyoruz. Onlar askerlerimizin kafasına torba geçiriyor, ama komutanları torbacıları çok seviyor. Onlardan gelen istihbarat ve takvim ışığı altında vatanseverler, bir kurgu bilim uyarlamasına benzeyen senaryolarla tutuklanıyor.   
O zaman insanın aklına neden 
“Egemenlik kayıtsız şartsız onlarındır”  diye ilan etmeyelim sorusu geliyor. Onlar işkence yapar, adı terörle mücadele olur, onlar yasaları, ifade özgürlüğünü, haberleşme ve seyahat özgürlüklerini ihlal eder, savaş hali denir, onlar soykırımı yapar, savaşta her şey olur derler, onlar fikir özgürlüğünü savunanları ezer, ama bize, siz her türlü aykırı görüşe saygı gösterin derler. Onlar bizim iç siyasetimizin içinde yaşar, mahkemelerimizi izler, ara sıra fırça atar, Diyarbakır’ı mesken tutarlar ama Quantanamo’nun yakınından adam geçirmezler.
İşine nasıl gelirse!
Onlar, yobazlığı ve şeriatı ikiye ayırır. Onların desteklediği şeriat ile karşı oldukları şeriat vardır. Mesela kafa kesmek Suudi Arabistan’da normaldir, ama İran’da kötüdür ve insan haklarına aykırıdır. Aynı şekilde Suudi Arabistan’da kadınların taşlanarak öldürülmesi normaldir ve yasaldır ama İran’da vahşettir. Onlar kendi çıkarları için Afganistan’da El Kaide’yi, Taliban’ı yaratan odaklardır ama her zaman olduğu gibi şimdi bu silahlar kendilerine dönmüştür.
Demokrasi ve çoğulculuktan söz ederler, ama çoğunluk olmayan görüşleri desteklerler. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu prensibi uygulayanlar rektör seçiminde çoğunlukların seçtiklerini seçmez. Memleketi ziyaret edecek olan İran’ın lideri Atatürk’ü ziyaret etmem der, Dışişleri Bakanı küçük bir ayrıntı diye geçiştirir. Ama İran’ı ziyaret ederken onların kurallarına uyar, kadınların kafası örtülür.     
Enflasyon, almış başını gider. Memur, işçi, emekli sersefil. Ülkenin ekonomi ve maliye bakanları neredeyse pasta yesinler diyen Fransa Kraliçesi Marie Antoinet havasında, sanki o bu işlere bakmıyormuş havasında. Yalnızca çocuklarının yem fabrikalarıyla ilgilidirler. Kıbrıs’ta taviz veren onlar, Ege’de Yunanistan’a taviz verip sirtaki çaldıran onlar. Ermeni tasarısına ve Ermenistan’a sırnaşan gene onlar. Ha birde bu arada sanırsınız, ABD-İran ve ABD-Suriye ile Suriye-İsrail ilişkilerini onlar çözüyor. Yok, canım karısından gizli sevgilisini arkadaşının garsoniyerine atan çapkın rolünde Amerika sürekli bizim yatak odasını kullanıyor. Bizim bir rolümüz sözümüz falan yok.
Bizim rolümüz!..
Bizim dış politikamız yok ki. Peki, bunları döktükten sonra, hep onlar, onlar diyorsun ya biz, ya biz neyiz diye bir soru aklınıza gelebilir. Kusura bakmayın ama biz onların yanında mendil satmak için turistlere askıntı olan çocuklara, tarihi yerlerde ve Kapalıçarşı’da mal satmaya çalışan, yalvaran satıcılara benziyoruz. Hoş artık satacağımız bir şey de kalmadı ya elimizde, hepsini aldılar.  

Yazarın Diğer Yazıları