Devlet ve saadet

Sözlüklere baktığımızda “devlet” kelimesinin; bağımsız siyasî topluluk, zenginlik, ihtişam, sıhhat, saadet gibi farklı anlamlara geldiğini görürüz. Hadiselere kültür penceresinden bakmaya çalıştığımıza göre konunun bizi ilgilendiren yönü elbette devlet-saadet ilişkisi olacaktır... “Devlet” le “saadet” bir araya gelir de Kânûnî Sultan Süleyman’ın meşhur beyti hatırlanmaz olur mu?
Halk içinde mûteber bir nesne yok devlet gibi//Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhat  gibi.                                                                                                                                                                                                               
Kânûnî, bugünkü dille mealen şöyle diyor: “Halkın gözünde en muteber olan, makam-mevki ve zenginliktir. Oysa dünyada bir nefeslik sıhhatten daha değerli bir şey yoktur.”
 “Söyleyene değil, söylenene bak” denilirse de bazı sözler gücünü daha çok söyleyenden alır. Günlük hayatımızda “sağlık olsun, sağlıktan büyük zenginlik yoktur, sağlık varlıktan yeğdir” vb. sözleri sıkça duyarız. Ama aynı sözü 46 yıl tahtta kalmış, 16. yüzyılın en büyük devletinin başında bulunan, Avrupalıların “Muhteşem Süleyman” diye andıkları bir zatın ağzından duymak her halde daha etkileyici olacaktır.
Gerçekten de sağlıktan daha büyük bir nimet düşünülemez. Kârûn’unki kadar malınız olsa, ağız tadıyla yiyemedikten sonra ne kıymet ifade eder? Güç, kuvvet, debdebe ve zenginlik denilince ilk akla gelen Sultan Süleyman’a bile kalmadı bu dünya... “Ol saltanatın yeller eser şimdi yerinde.”
Peki; hem sağlık, hem zenginlik hem debdebe... Bunların hepsi bir araya gelemez mi, diyeceksiniz. Keşke gelse... Ama biraz zor görünüyor. Atalarımız çok güzel ifade etmişler:
“Sac düzelir hamur biter
Geçim düzelir ömür biter.”
Fakat her halükârda bunları, yani sağlık ve zenginliği bir araya getirmek için çalışacağız. Bir defa çalışmak önce dinimizin emridir. İslamiyet’te “bir lokma, bir hırka” felsefesinin yeri yoktur. Mevlana “Zekât veriniz” emrini siz “zengin olunuz” diye anlayın, buyurur. Lakin unutmayınız ki zenginlik yolu dikenlerle, hatta uçurumlarla doludur. Yola çıkarken bu tehlikelerin varlığından haberdar olmak lazım. Aksi halde, zenginlik yolunda başta sağlığımız olmak üzere birçok insanî değerlerimizi kaybedebiliriz. Nasıl mı? Anlatmaya çalışayım:
Para-pul, mal-mülk, makam-mevki... Bunlar tatlı şeylerdir. İnsan bunlarla bir tanıştı mı “yeter” kavramını unutur. Daha, daha, biraz daha... Derken hırs, tamah, haset, ihtiras, şehvet gibi nice haramîler çıkar karşınıza. Hepsiyle ayrı ayrı mücadele etmek gerek. Şayet böyle bir mücadele için altyapınız müsait değilse sağlığınızı da, kişiliğinizi de kaybedersiniz. Sağlığınız ve kişiliğiniz gittikten sonra mal-mülk, makam-mevki işinize yarar mı bilmem? Belki de bu soruyu “ikbal” yolunda sağlıksız ve kişiliksiz olarak hızlı adımlarla ilerleyenlere sormak lazım... Son söz Ziya Paşa’nın:
Lânet ola ol mâla ki tahsîline anın
Ya dîn ola ya ırz u ya nâmûs ola âlet.

Yazarın Diğer Yazıları