PKK'nın, terörün müsait zemini

PKK’nın kırsal alanlardaki eylemleri devam eder, Türk ordusu şehitler, gaziler verirken, son günlerde kentlerde -Güngören’de, Mersin’de ve son olarak İzmir’de gerçekleştirilen kanlı olaylar, iddia edildiği gibi, PKK’nın  “son çırpınışları”  değil; eşkıya müsait zemini buldu, cesaretlendi ve Türkiye’yi bölmek hedefine yaklaştığına inanıyor!

Nasıl inanmasın ki - terörle mücadele etmekte aciz kalan bir iktidar var! Galiba unutuldu; terörle mücadele gücü AB uyum yasalarıyla kırılmıştı... Avrupalılar, Amerikalılar, bölücülere umut veriyorlar. AKP iktidarı, terörle mücadele için ABD’den -bırakın desteği- uzun süre icazet alamadı... Ve ben inanıyorum ki, TSK’nın Kuzey Irak’taki başarılı kara harekâtı ABD  “telkini”  ile durduruldu. Hava harekâtı başarılı ama yetmiyor işte...

Ve PKK nasıl azmasın ki TBMM’deki “vekilleri”   ahkâm kesiyorlar. Pervasızca  “Apo liderimiz, eyalet sistemi -şimdilik-, hedefimiz”  diyorlar. Ve böylesine bir ihanet partisinin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılması  “ihtimaline” , sözde aydınlar ve bir kısım medya karşı çıkıyor... Ve PKK nasıl azmasın ki. Türkiye’nin, havası ruh sağlığı,  Ergenekon iddialarıyla inanılmaz derecede zehirlenmiş... Bütün devlet sırları şifreleri her gün çarşaf çarşaf ortaya dökülmekte... TSK’nın gücü, dışarıdan, içeriden kırılmakta!

Turşucular...
PKK başları, son günlerdeki terör eylemlerinin Ergenekon işi, PKK’nın da Ergenekon  “taşeronu” olduğu gibi iddialara, kızmıyorlarsa, muhakkak gülüyorlar ve bu bulanık sulardan yaralanıyorlardır... Öyle ya, bu iddialarla, şaibeli olmayan neredeyse hiç kimse ve hiçbir kurum kalmadı... Siz PKK olsanız, bu müsait zeminde, Türkiye’nin savunma gücünün, TSK başta, bu kadar zaafa uğratılmasından yararlanmaz mısınız?

Medyadaki Ergenekon kampanyası ülkeye mevhum “Ergenekonun” verebileceği zararlardan çok daha fazlasını vermiştir ve vermektedir... Dava kapansa bile uzun yıllar, bu havadan kurtulamayacağız! Acaba medyadaki arkadaşlarımız, PKK’nın gördüğü ve yararlandığı bu durumu göremiyorlar mı?  “Artık söz yargıda” diye yazıyor, iddianamede kendilerine, holdinglerine dokunan bir şeyler çıkınca, feryat ediyorlar. Kendileri hakkındaki iddiaların “en asgari gazetecilik çabasıyla”, süzgeçten geçirilmesini istiyorlar... Acaba başka iddialar konusunda, kendileri bu çabayı gösteriyorlar mı? Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!

Ve bu sayın meslektaşlarımız, bu, hâlâ ispat edilmemiş iddialarla, ülkenin havasını nasıl zehirlediklerini, PKK’ya müsait zemin hazırladıklarını anlayamıyorlar mı? Sözünü ettikleri  “gazetecilik”  bu mu? Bu tutum ve davranışlarının gazetecilik ahlakı, bilgi kirletilmesi, kamu yararlarının ve zararlarının dışında, bir de insani boyutu var. Kendilerini savunamayacak durumda olan kişilere dönük iftiraların her gün, boy boy yayımlanması, bırakın “Basın ahlakını”,  ahlakın ve insanlığın neresine sığar?

Günübirlik infaz...
Melih Aşık kardeşim bu durumu ne kadar iyi tespit etmiş... “İftira kurbanları” diyor ve yazıyor  “Ergenekon iddianamesinden çıkan belgelerin hangileri sahici, hangileri sahte? Kimse bilmiyor...”  Başbakan Erdoğan’la Genelkurmay Başkanı Büyükanıt arasında geçen ve iddianamede yer alan bir konuşmayı Milliyet iki hafta önce  “hayali” diye verdiği halde Başbakan tepki gösterdi, gazetemize açıklama yolladı... İddianamede MİT raporu diye geçen kimi belgelerin sahte olduğunu bizzat MİT açıkladı. Doğan Grubu ile BDDK arasında geçtiği öne sürülen, Ali Vural ile Veli Dural arasındaki konuşmanın da tamamen hayali olduğu ortaya çıktı... Kadir İnanır’ın CIA ajanı, Fatih Ürek’in işkenceci olduğu yolundaki kayıtlara da kuşkusuz kimse inanmadı... İyi de... Ellerinde gazetesi veya sütunu olmayan, kendini savunamayacak durumdaki kişiler kendilerini nasıl savunacaklar? Hapisteki tutuklularla ilgili her gün çarşaf çarşaf haber yayımlanıyor. Kimse bunların doğruluğunu sorgulamıyor. Gönderdikleri açıklamalar da gazetelerde yayımlanmıyor... Bir de hayatta olmayan iftira kurbanları var... Örneğin iddianamede eski Jandarma Komutanı Orgeneral Eşref Bitlis’in adı hem çete üyesi hem de çete kurbanı olarak geçiyor. Kırk yıldan uzun süre vatan hizmetinde bulunmuş ve şehit olmuş bir orgeneraldir sözünü ettiğimiz.
Hapisteki generaller de henüz hüküm giymedi ama gazete sütunlarında günübirlik  “darbeci”  ya da “çete mensubu” olarak infaza tabi tutuluyor.

Görevdeki generaller ve asker derneklerinin adeta nutku tutulmuş durumda. Silah arkadaşlarının yargısız infaza tabi tutulmaması yolunda bir küçücük çağrıda bulunamıyorlar. Bu da ayrı dram! Bu olay tarihimize, basın tarihine en kara leke olarak geçecek. Bakalım Basın Müzesi’ne, Ali Kemal ve Hrant Dink portrelerinin yanına, bu olayın hangi  “kahramanının” portresi konacak! ?
Ben ölmeden önce,  bu balonların nasıl patladığını görmek istiyorum! Ama biliyorum ki bu, asıl ahlak suçluları, “gazetecilik yaptık”, veya  “aklama da Ergenekon işidir”  diyeceklerdir!

Yazarın Diğer Yazıları