Başbakan Erdoğan'a açık mektup -2-

Türkiye’de toplumsal bölünmüşlük son günlerde radikalleşirken,  İslam Dünyası bir Sünni-Şii çatışmasına doğru sürüklenmektedir. Hizbullah’ın Suriye’de Esad rejimine destek politikası, Sünni dünyada kutuplaşmayı ve radikalleşmeyi hızlandırırken, Irak’ta El Kaide’nin Irak ordusuna “Kahrolsun Safaviler” diye saldırılar düzenlemesi, sadece Sünni-Şii çatışmasına tarihsel bir derinlik oluşturmaktadırlar. İslam dünyasının bir çok coğrafyasında Sünni-Şii çatışması yayılma eğilimi içindedir. Bahreyn’de hükümet Şii halkın taleplerini güç kullanarak engellemektedir. Suudi Arabistan’ın doğusundaki Şii halk, krallığın baskısı altında her an ayaklanma potansiyeli ile yaşamaktadır. Irak’ta ise on yıllarca ezilen Şii çoğunluk şimdi Sünni azınlığı ezmekte, dışlamaktadır. Ezilen Sünniliğin temsilciliğini üstlenen El Kaide ise adı Ali olanların kafasına kesmektedir. Lübnan uzun bir iç savaştan çıkma yolunda önemli bir mesafe kaydettikten sonra Suriye’de iç savaşın etkileri ile Lübnan’da şimdilik kuzey bölgesinde yoğunlaşan Sünni-Şii çatışmaları başlamıştır. Suriye’de ise çatışma henüz bir sadece Sünni ile Nüsayri çatışması olmasa dahi hızla bu noktaya kaymaktadır. Özetle, Orta Doğu’da bir bölgesel iç savaş Sünni-Şii ekseninde gelişmektedir. Türkiye sınırlarının hemen yanında gerçekleşen bu sürecin Türkiye’yi etkilememesi mümkün değildir. Nitekim, Reyhanlı katliamı, Başbakan Erdoğan’ın da ifade ettiği gibi Türkiye’de bir Sünni-Alevi gerilimi zemini oluşturmak için atılmış çok ciddi ve tehdit edici bir adımdır.
Orta Doğu bir Sünni-Şii eksenli iç savaşa doğru ilerlerken Ankara’nın izlediği dış politikanın laik esasları terk edip Sünnici bir zemine kayması, Türkiye’nin milli güvenliği için bir tehdit olduğu kadar Türk dünyasının oluşan birliğine de indirilmiş bir ağır darbe olacaktır. Rahmetli Atatürk, Türk dış politikasının eksenine laikliği bir milli güvenlik politikası olarak oturtmak zorunda kalmıştır. Çünkü 1071 ile 1918 arasında İslam dininin ve medeniyetinin temsilcisi olarak kesintisiz 847 sene bir dinin Birleşik Avrupa medeniyetine karşı tek başına savunmasını üstlenen Türk Milleti yorulmuş ve yenilmiştir. Sadece 1821-1922 arasında Kafkaslar ve Balkanlar’da ölen Müslüman Türk sayısı 5 milyon civarındadır. Hiçbir millet bu kadar uzun süren bir soykırımı yaşamamıştır. Tarih hiçbir milletin tek başına bir medeniyet bloğuna karşı 847 sene savaştığını kaydetmemektedir.
1922 Türkiye’si Yıldırım Beyazıt’ın Niğbolu’da Haçlı ordularını yendikten sonra Haçlı şövalyelerine av şöleni veren ve büyük zenginliğini sergileyen Türkiye değildir. Türk Milleti 847 yıl sonra yaralarını sarmak, elimine edilen nüfusunu artırmak amacı ile yurtta ve cihanda sulh talep etmiştir. Hilafet makamı TBMM’nin manevi şahsiyetine çekilirken gerçekleştirilmek istenen 847 sene tek başına İslam dininin kılıcı ve kalkanı olan Türk milletinin Batı dünyası ile barış kurmasıdır. Ve bu barışa Batı dünyasından çok Türkiye’nin ihtiyacı vardır.
Türk dış politikasına hakim olan laik çizgi sadece Batı dünyası ile ihtiyaç duyduğumuz barışın sağlanmasına katkı vermekle kalmamış aynı zamanda İslam dünyasındaki mezhep çatışmalarının da dışında kalmamızı sağlamıştır. Üstelik İslam dünyasında Türkiye’nin etki alanı genişlemiştir. Böyle olduğu için Başbakan Erdoğan, hem Lübnan’da Hizbullah hem Mısır’da Müslüman Kardeşler tarafından sevinç gösterileri ile karşılanmıştır.
Ankara’nın son yıllarda Sünnici politikalara kayması Türkiye’nin etki alanını daraltmaktadır. Maliki Irak’ı ile gerilim yükselmektedir. Hizbullah, ASALA ile birlikte Lübnan’da Türk kurumlarına saldırmaktadır. Suriye yönetimi Türkiye’yi kendi iç savaşının içine çekilmiş görmek istemektedir. Türkiye’nin entelektüel önderliğini kabul etmiş olan % 30’u Şii olan Türk dünyası, Ankara’nın Sünnici bir çizgiye kaymasından büyük rahatsızlık duymaktadır.

Yazarın Diğer Yazıları