90. yılımızda perişan dış politikamız!

Cumhuriyetimizin 90. yıldönümünde, Türkiye’nin dış politikası ne yazık ki, dengesini yitirmiş bulunuyor.
Oysa, Cumhuriyetimizin kurucusu Büyük Önder Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesini muhafaza edebilseydik, belki de 90’ıncı kuruluş yıldönümünde, dünyanın “saygın” ülkeleri arasında olabileceğimizi düşünmek gerekiyor.
Gerçekten de Türkiye; Doğu ile Batı arasında bir “köprü” olmanın yanı sıra özellikle Orta Doğu’da “söz sahibi” veya “saygın” olmanın koşullarını ve stratejisini yitirmenin sancısıyla kıvranıyor.
Türkiye, Batı ve Orta Doğu’dan o kadar uzaklaşmış ki, kendisini “Kaf Dağı” nın ötesine atmak zorunluluğunu duyuyor.
Her ne kadar iktidar, bir teselli olarak sığındığı “saygın yalnızlık” içinde daha etkili ve güçlü bir konumda olduğumuzu veya olabileceğimizi ısrarla öne sürüyorsa da, “görünen köye kılavuz istemiyor.”
Bir fanteziden öte hiçbir anlamı ve işlevi olmayan “saygın yalnızlık” insana bir zamanların Arnavut’unu hatırlatıyor.
Türkiye yangın yerine dönen Orta Doğu’da, neredeyse tek başına kalmış görünüyor.
Gerçi, bir-iki Körfez ülkesi Türkiye’yi hem maddi hem manevi bakımdan destekliyor.
Ancak, “mezhep” temelli bu yardımların, ne zamana kadar sürebileceği bilinmiyor.
Hatta, her türlü desteğin hızının yavaş yavaş azalmaya başladığı haberleri de ortada dolaşıyor.
Aslında, Türkiye yıllardan beri, birbirine endeksli yanlış iç ve dış politika güdüyor.
En önemli ve en “hassas nokta” burada yatıyor.
Belki de, Suriye’ye karşı güdülen politika, Mısır ihtilaline şiddetle karşı gelme, bu yanlışlıktan kaynaklanıyor.
Ne yazık ki, işin temelinde “Müslüman Kardeşler” doktrinin etkileri de sezinleniyor.
Yani, Orta Doğu ülkelerini, önce İran’ın başı çektiği “Şii” baskısından veya tehdidinden tamamen kurtarmak veya bu uğurda kullanılan silahlı örgütleri tesirsiz hale getirme projesi dillendiriliyor.
Oysa, ABD’nin “radikal İslami güçlerin” çok tehlikeli bir gelişme gösterme ihtimaline karşı yeni katı kararlar alması bu projenin artık uygulanamaz hale geldiğini gösteriyor.
Nereden bakılırsa bakılsın, “mezhep” orijinli hareket ve eylemlerin Türkiye’ye hiçbir yararı olmadığı gibi, “tehlikeli” gelişmeleri beraberinde getirebileceği fotoğrafı ortaya çıkıyor.
Bir çıkmaz içinde kalan dış politikamızın, Batı’nın desteğini yitirmesi, Türkiye’yi yeni arayışlara “acil” bir şekilde yönlendiriyor.
Böylelikle, hem maddi hem de tarihi hatalar yapılabiliyor.
Türkiye’nin uzun süredir “düşman” bellediği Irak yönetimine, yanaşması yeni bir dış politikanın sinyalleri sayılıyor.
Yeni dış politikanın işaretleri arasında, Suriye’ye karşı öteden beri girişilen “laf taarruz” unun dinmesi de yer alıyor.
Artık, Suriye Devlet Başkanı’nın adı “Esed” değil “Esad” diye telaffuz ediliyor.
Türkiye’nin uzun menzilli füze ve hava savunma sistemi için Çin’e “göz kırpıp” güya Batı’ya “mesaj” vermeye kalkışması, tehlikeli bir tırmanışı sergiliyor.
Nitekim; Türkiye’nin uzun menzilli füze savunma sistemi alımında Çin lehinde bir tercih yapmasına Batı’dan sert eleştiriler gelmeye devam ediyor.
Ankara’nın kararının “Washington ve Brüksel’de şok yarattığı” belirtilirken “Türkiye, akıntıya kapıldı”, “Türkiye, dış politikasında yolunu kaybetti” gibi yorumlar yapılıyor.
New York Times sitesi ve gazetenin küresel yayını olan International Herald Tribune tarafından yayımlanan bir yorumda Türkiye’nin füze sistemine ilişkin kararı, “Ankara’nın bağımsız bir dış politika yürütme girişimlerinin başarısızlıkla sonuçlandığının son sinyali” olarak niteleniyor.
Ankara’nın Çin’den bir savunma sistemini alma planının Washington ve Brüksel’de “şok” yarattığı belirtiliyor.
Yorumlarda, Türkiye-Çin anlaşmasının gerçekleşmemesi bile “Türkiye’nin dış politikasında yolunu kaybettiğinin bir işareti olduğu” öne sürülüyor.
Hele, iktidarın Avrasya Gümrük Birliği’ne girmeye kalkışması, başka kritik bir hamleyi işaretliyor.
Ne var ki, bir zamanlar “Şanghay Beşlisi”ni düşünenlerin başına neler geldiğini de hatırlamak icap ediyor.
Cumhuriyet’in 90. kuruluş yılında, dış politikamız da “tedirginlik” doğuruyor.

Yazarın Diğer Yazıları