Kızgınlık, umutsuzluk ve Kur’an-ı Kerim

İçinden geçtiğimiz günlerde vatandaşlarımızın çok büyük bir bölümü ülkemizin geleceği ile ilgili büyük bir endişe içinde. Bu endişelerin, korkuların yersiz olduğunu söylemek mümkün değil. 1683-1921 yılları arasında yaşananlar sanki hafızamıza, genlerimize kazınmış gibi kazınmış. 1990 sonrasında da gerek Türkiye’de gerek Türkiye’nin geniş çevresinde yaşananlar ile 1683-1921 arası karşılaştırılınca endişe ve korkuların beslenmesi ve güçlenmesi için haklı bir zemin oluşuyor.
Kendilerini bilerek veya bilmeyerek sahte bir iyimserlik ile besleyenlerin ve ahmaklar ile alçakların dışındaki herkes için Türkiye’nin geleceği ile ilgili kızgınlık, umutsuzluk ve korku hiç de haksız duygular değil.
Şimdi biraz gerilere gidelim. Arslan Tekin’in naklettiği Yahya Kemal’in 1918 şiiri ile başlayalım. “Vatanda korkulu rü’ya içindeyiz gerçek,/Fakat bu çok sürmez, mutlaka şafak sökecek./Ateş ve kanla siler, bir gün ordumuz lekeyi, /Bu insan oğluna bir şeyn olan, Mütarekeyi.”  Y. Kemal, 1918’in en karanlık günlerde gelecek ile ilgili inanç ve iman dolu.
Sene 1920; Ziya Gökalp, Malta Adası’ndan İngiliz esareti altında kızlarına yolladığı mektuplarda Türk milletinin istiklalini kazanacağını yazıyor ve İstiklal sonrasında zengin ve güçlü bir Türkiye için  kendilerini nasıl geliştirmeleri gerektiğini öğütlüyor. Z. Gökalp gelecek ile ilgili esarette umut dolu.
Tarih yaşayan tarihçi Muhittin Nalbantoğlu’nu dinleyelim şimdi: 22 Temmuz 1921’de Türk ordusu Sakarya Nehri’nin doğusuna çekilmeye başladı ve güneyden kuzeye bir hat üzerinde mevzilendi. Türk ordusunun çekilişinden sonra Yunan birlikleri 3 gün herhangi bir çatışma olmaksızın hızla ilerlediler, ancak ilerleme istikametleri tespit edildiği için baskın saldırı yapamadılar. 14 Ağustos’ta Yunan ordusu tekrar ileri harekata geçti ve 23 Ağustos’tan itibaren Haymana ve Mangal Dağı’nın güneydoğusunda kuşatıcı taarruzu başarılı olamadı. Yunan ordusu Haymana istikametine yöneldi. Ankara istikameti zorlanıyordu. Top sesleri Ankara’dan duyulmaya başlamıştı. Büyük Millet Meclisi çalışmalarına devam ediyordu.
26 Ağustos günü BMM’nin çalışmalarına kısa bir süre ara verdiği sırada Mustafa Kemal Paşa’dan Adnan Adıvar’a muharebelerin Ankara’ya intikal edebileceği ve gereken devlet kurumlarının Kayseri’ye intikali için gereken hazırlıklar ile ilgili çalışmaların yapılması konusunda bir telgraf gelmişti. Telgrafı alan Adıvar, derhal Tacettin Dergahı’nda dinlenmekte olan Mehmet Akif Bey’in yanına gitmiş ve telgrafı kendisine uzatmıştı. Telgrafı okuyan Mehmet Akif   “Geleli 850 sene oldu” dedi. Evet 26 Ağustos 1071 Malazgirt Meydan Savaşı’nın üzerinden 850 sene geçmişti. Sonra birlikte çıktılar. Yanlarında Hasan Basri Çantay ve Hamdullah Suphi Tanrıöver vardı. Halk Ankara’yı terk etmek üzere hazırlıklara başlamıştı. Mehmet Akif Bey bir at arabasının üzerine çıkarak, elinde Kur’an-ı Kerim halka hitaben kısa bir konuşma yaptı.  “Ankara düşmeyecek”  dedi.  “Çünkü Ankara’nın düşmeyeceği Kur’an-ı Kerim’de yazıyor.”  Halk sakinleşti, yatıştı.
2 Eylül’de Yunan birlikleri, Ankara’ya kadar en stratejik dağ olan Çal Dağı’nın tamamını ele geçirdi. Muharebeler Ankara’ya daha da yaklaşmıştı. Türk ordusu Ankara’ya çekilmeden Başkomutanın  “hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır” emri ile alan savunmasına başladı. Türk süvarileri Yunan ikmal hatlarına saldırarak Yunan hücumunun hızını kesti. Yunan ordusu 9 Eylül’de saldırıları durdurdu ve savunma pozisyonuna geçti. Mustafa Kemal Paşa 10 Eylül’de karşı taarruza geçerek Yunan ordusuna savunmada kalma fırsatı vermedi ve geri çekilmeye zorladı. Çal Dağı geri alındı. 13 Eylül’e kadar süren Türk saldırısı sonucunda Yunan ordusu Eskişehir-Afyon hattının doğusuna çekildi.
Yahya Kemal, Ziya Gökalp ve Mehmet Akif, Türk İstiklal Savaşı’nın sonucunu görmeden önce, 13 Eylül 1683’de Viyana önünde başlayan geri çekilme süreci daha devam ederken, bütün dünya Müslümanları emperyalist devletlerin yönetimi altına girmiş, sadece Sakarya ile Aras nehirleri arasına sıkışmış olanlar bir ölüm kalım savaşı verirken dahi geleceğe büyük bir inanç ve iman ile bakarken, Türk İstiklal Harbini görmüş, Türkiye Cumhuriyeti devletinin 90. yılını, bağımsız soydaş Türk Cumhuriyetlerinin 22 bağımsızlık yılını görmüş olan bizlerin bu kadar büyük umutsuzluk içinde olmamız, ne kadar doğru olabilir.
Evet, karşı karşıya olduğumuz durum çok ağır ve zor bir durumdur. Ancak Mehmet Akif’in “Ankara düşmeyecek. Çünkü Ankara’nın
düşmeyeceği Kur’an-ı Kerim’de yazıyor”  derken dayandığı Hicr suresi 9. ayeti de yerinde durmaktadır.
Türk Milleti 26 Ağustos 1071’de Alparslan ile Romen Diyojen’den ve Bizans ordusundan aldığı Anadolu’nun egemenliğini, A. Öcalan ve PKK ile paylaşmayacaktır. Ne pahasına olur ise olsun.

Yazarın Diğer Yazıları