Nükleer silah tehdidi ve 2014!

Geçmiş yakın yılların, bütün acı ve ağır süreçlerinin içinde kendini bulan 2013, ne yazık ki; tehlikeli mirasını 2014 yılına devrediyor.
Yani, 21. yüz yılın ilk seneleri insanoğlu için belki bazı teknik kolaylıklar ve sağlık alanında ilerlemeler sağlamışsa bile, beraberinde çatışmaları, savaşları, işgalleri dolayısıyla açlık, göç ve sığınmaları getirmiş bulunuyor.
Dünyayı sarsan bunca gelişme, olay ve sorun içinde “nükleer güç” en önemli ve en endişe verici yeri alıyor.
Üstelik nükleer güç; insanlık emrinde çalıştırılacağına, silah ve “tehdit” unsuru olarak yerini almaya devam ediyor.
Büyük güçlerin tamamı nükleer enerjinin yanı sıra nükleer silahlara sahip olmanın sorumluluğunu taşıyor. 
Nükleer silaha sahip olma, bir ülkeye rakiplerine karşı ciddi bir caydırıcılık ve üstünlük sağlıyor.
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana bir daha nükleer silah kullanılmadı ise de tahrip etkisinden dolayı caydırıcı unsur olma önemini taşıyor.
Gezegenimizi defalarca tahrip edebilecek miktarda nükleer silah, bombanın varlığı ürküntü veriyor. 
Şöyle bir göz atıldığında, nükleer haritanın  “dehşet” verecek boyutlar taşıdığı görülüyor.
İsrail’in çok sayıda nükleer silaha ve etkili nükleer güce sahip olduğu hesap ediliyor.
Rusya, Fransa, İngiltere gibi ülkelerde zaten nükleer silahların varlığı tartışılmıyor. 
Çin’in de böyle bir güce “süper” seviyede sahip olduğu biliniyor. 
Hindistan’ın nükleer kapasitesi gittikçe artıyor. Tabii ki, Pakistan, nükleer haritada yerini alıyor. 
Nükleer güce sahip olmak, nükleer silahları elinde bulundurmak, diğer ülkeler üzerinde ciddi diplomatik baskı da oluşturuyor. 
Nükleer güç bugün kullanmaktan öte caydırıcılık için elde ediliyor.
Gerçekten de; Pakistan Hindistan’dan, Hindistan Çin’den, Çin hem Hindistan hem Rusya ve hem de ABD’den korkuyor.
Diğer taraftan İsrail, İran’dan İran, İsrail ve ABD’den de çekiniyor.
Karşılıklı nükleer güce ve silaha sahip olma, dünyamızı hem endişelendiriyor, hem dengeliyor.
Ancak, Türkiye’nin büyük bir boşluk içinde olduğu, üstelik hem İsrail, hem de İran’ın nükleer tehdidi altında bulunduğu gerçeği önümüze çıkıyor.
Bu tehdidin alanı, Körfez ülkeleri başta olmak üzere Sünni Arap ülkelerini de kapsıyor.
Çünkü, bu ülkelerin hiçbirinin nükleer gücü bulunmuyor.
Suriye krizi ile birlikte, tarihi İran-Türkiye rekabetinin yeniden ortaya çıktığının işaretleri alınıyor;
 “Risk alarak İran’a verdiğimiz desteğe rağmen son 2 yıl içinde İranlı yetkililer Türkiye’yi defalarca tehdit etmiş bulunuyor.
 Eğer İran, nükleer güç elde ederse bölgesel rekabette, Türkiye’ye net bir şekilde baskın hale gelecek, ayrıca Türkiye’nin bu rekabette Batı’ya olan bağımlılığı artıyor. 
Eğer, İsrail’in güvenliği için Batı, İran’ın nükleer tesislerini vurursa bunu büyük ihtimal Ürdün, Türkiye gibi ülkeler üzerinden vuracaktır. Böyle bir operasyonda, İran nükleer tesislerinin ne kadar zarar göreceği, İran’ın nükleer güç elde etmekten vazgeçip vazgeçmeyeceği ayrı bir sorunu oluşturuyor. 
Ancak, böyle bir saldırı Batı’nın İslam coğrafyasında planladığı ve bir süredir icraya koyduğu etnik ve mezhepsel ayrışmaya yarayacak, din odaklı kutuplaşmayı artıracağı ön görülüyor.
Ne yazık ki; İran’ın elde edeceği nükleer gücün İslam dünyasında giderek köpürtülen Şii-Sünni alan mücadelesine de ciddi etkisi olmasından korkuluyor.” 
İran’ın nükleer faaliyetlerine son vermesi bekleniyorsa da, 
artık “çok gizli” çaba harcayacağı tahmin ediliyor. 
Nerden bakılırsa bakılsın, silahsızlanmaya, özellikle nükleer güce karşı yoğun bir mücadele varken, çoğu ülkelerde, bu tehlikeli oluşum kendini hissettiriyor.
Sonuç olarak; 2014 yılında, nükleer silahların gündeme ağırlığını koyacağı ve bundan en çok Türkiye başta olmak üzere İslam ülkelerinin etkileneceği, en ağır faturanın da önümüze çıkacağı sanılıyor. 

Yazarın Diğer Yazıları