Kıbrıs’ta garantör Türkiye yok

Kendini basın diye tanıtan, piyasadaki tüccarlar arasındaki kavgaya, bulaşmayayım, bulaşmayayım diyorum ama mangalda kül bırakmadan atıp tutmaları çileden çıkarıyor. Ertuğrul Özkök’ün, geçen gün yazdığı yazı, bana geçmişte yaşadığımız benzeri bir olayı hatırlattı. Ertuğrul Bey kendi gibilerin ürünü olan bu iktidara, şimdilerde nedeni bilinmez bir sempati ile yaklaşan anlamsız bir yağdanlık rolünde. 
Ertuğrul Bey, Erdoğan’ın gezisi için Almanya’ya gitmiş ve Erdoğan’ın otelinde kalıp jimnastik yapmak istemiş. Bunun için otelin spor salonunda, ABD Başkanı Obama’nın yürüdüğü ileri sürülen, yürüme bandını bulup yürümüş. Ey Allah’ım, yıllar önce aynı kategoriden Güneri Cıvaoğlu da Özal, Başbakan olarak Washington’u ziyaret ettiğinde kaldığı Madison otelinde, zamanın başkanı Bush’un masörüne masaj yaptırdığını yazmıştı. Cıvaoğlu masörden Bush’un Özal hakkındaki düşüncelerini öğrenip yazmıştı. Allah’ım o tarihlerde aynı gazetede çalıştığımız bu zatın açıklamalarından hangisini anlatayım. 
Masör bir kere Mısırlı ve Arap’tı. Anlayacağınız gibi yalancının önde gideni. Tuvalete bile korumaları ile giden ABD başkanları, öylesine bizimkilerin kolayca ulaşabileceği birisine masaj falan yaptırmazlar. İkincisi, başkanlar öteki ülkelerin liderleri konusundaki görüşlerini de, işi gücü bırakıp masörlerle paylaşmaz. İşin aslı, Arap bizimkini yemiş. O da oturmuş köşesinde yazmış. Nedense şarap uzmanı ve Türk basının katili Ertuğrul da bundan 20 sene önce yaşanan benzeri bir hikâyeye kalem çözüyor. Obama’nın yürüme bandı. Ne kerameti var ki. Yürüyenler başkan mı oluyor? O banda binmek, kendisini sanki Obama mı yapacak sanıyor. Yazık işte, bunlar Türk basınını, bugünkü kaliteye taşıyanlar.
Gelelim güncel konumuz, Erdoğan’ın Almanya çıkarmasına. Adam Almanya’ya, yanında Almanlara hakaret eden, eski AB Bakanı Bağış’ı da alıp gidiyor. Sanki alay eder gibi. Her ne kadar seçim öncesi propaganda için Avrupa’daki tüm taraftarlar, bindirilmiş kıtalar halinde, Almanya’ya getirilmiş olsa da, Berlin’de Tayyip Bey, atılan sloganları sokaktan duydu. Sokakta taraftarlarına rağmen yolsuzluk ve rüşvet hikâyeleri ile çeşitli protestolar vardı. Yani düzmece destek bile otel ve konferans önünde yapılan protestoları kapatamadı. 
İkinci konu, Erdoğan’ın görüştüğü ve destek aradığı Almanya Başbakanı Merkel, bizzat onun yanında ortak basın toplantısı sırasında, Gezi olaylarını desteklediğini söyledi. Merkel, Gezi olayları için halkın hakkı dedi, hem de yanında Erdoğan dikilirken. Ardından Erdoğan’ın istediği, AB’ye girişe destek vermeyeceğini açıkladı. Aynı gün Merkel’in partisi de, Türkiye’nin AB’ye alınmamasını, bunun yerine ortaklık teklifinde bulunduklarını açıkladı. 
Hele Alman basını ve Avrupa gazeteleri. Hepsi “Erdoğan tarafından tasarlanmış Türkiye’ye, Avrupa’nın ihtiyacı yok başlıkları” atmış. Stuttgarter Zeitung, Hessische Niederseachsische Allgemeine, Flensburger Tageblatt sözünü ettiğim Alman gazeteleri. Hafta içinde İngiliz, Fransız ve öteki Avrupa basını da hem ekonomi hem de yolsuzluklar konusunda aynı temaları işledi. Amerikan basınından hiç söz etmiyorum. Wall Street Journal, New York Times, Washington Post ve USA Today, her gün Türkiye konusunda yorum veya analiz yayınlıyor.
Erdoğan’ın basın toplantıları ve konuşmalarında dikkat çekici bir nokta var. Hem de bunu son günlerde adet haline getirdi. İçerideki siyasi kavgayı, şimdilerde her gittiği yerde anlatıyor. Hani birilerine çatıyordu ya, gidip dışarıda Türkiye’yi şikâyet ediyorlar diye. Şimdi bunu kendisi yapıyor. Her gittiği yerde paralel devlet ve cemaat şikâyeti. Ama ne hikmetse fezleke verilen bakanlar ve yolsuzluklar, savcılara yapılanlar konusunda tek laf yok. 
Öte yandan askeri konularda nedense tonton paşanın da aklı başına yeni geldi. Başkalarından sinyal aldıktan; karargâhın yarısından çoğu tutsak edilirken sessiz kalan komutan, şimdi itiraza başlamış kutlarım kendisini.  
Son olarak ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Lefkoşa’dan açıklama yapmış. Türk ve Rum tarafı ile görüştüğünü, çözüm yolunda önemli adımlar attığını belirtmiş. İşin garip tarafı, adanın garantörlerinden biri olan Ankara devre dışı. Olay, Atina-Lefkoşa ve Washington üçgeninde çözümleniyor. Türkiye’nin yok olan itibarına bundan daha güzel bir örnek var mı? 

Yazarın Diğer Yazıları