Ha Kerkük, ha Kıbrıs!

Bütün iç ve dış sorunlarının yanı sıra Türkiye’nin en büyük “Milli Davaları” içinde Kerkük ve Kıbrıs müstesna yer alıyor.
Gerçekten de, Kerkük ve Kıbrıs’ta hakların, egemenliklerin elden alınması sanki kudretli Osmanlı İmparatorluğu’nun son mirası ve izleri siliniyor intibaını uyandırıyor.
Ha Kerkük, ha Kıbrıs
Aslında; her iki sorunda da, “insan hakları” ihlalleri söz konusu oluyor.
Kıbrıs ile Kerkük arasındaki ana benzerlik, Türkiye’nin “garip” ve  “şaşkın” duruşu gösteriliyor.
Yalnız aradaki tek fark, birinde garantör oluşu, diğerinde ise Lozan ve akabinde Ankara anlaşmalarına göre statüsünün değişmemesi olarak görülüyor. 
Diğer bir ifade ile Türkiye birinde garantör olması sebebiyle doğrudan, diğerinde ise ancak diplomatik yolları kullanarak soruna müdahale edilebiliyor.
Geçmişe bakılacak olursa, Saddam’ın Türkmenler üzerindeki baskılarının had safhada olduğu biliniyor. 
BAAS rejimi tarafından uygulanan politikalar sonucunda, işkencelere tabi tutulan dört kahraman liderin idam edildiği ve yüzlerce Türkmen’in öldürüldüğü belleklerden çıkmıyor.
Türkmenlere ait kültürel ve sosyal tesislerin el değiştirdiği veya kapatıldığı, ekonomik özgürlüklerin kısıtlandığı, tutuklamalar, sürgünler ve göçe zorlamaların olağan hale geldiği, tarihe bir bir geçmiş bulunuyor.
Batı’nın tahrik ve yanıltmalarıyla, kendini bölgede süper güç olarak gören Saddam’ın, Türkmen ve Şiiler üzerinde uyguladığı insanlık dışı politikaların ardından, İran ve Türkiye’ye yönelik savaş çığlıkları attığı da hatırlanıyor. 
Dikkatli gözlenirse, Kıbrıs Türk’ü ile Kerkük davası arasında bir takım benzerlikler olduğu ortaya çıkıyor.
18 Mart 2003’te, ABD önderliğindeki koalisyon güçleri tarafından gerçekleştirilen askeri harekât sonucunda Saddam devrilirken, Irak resmen işgal ediliyor.
Bu yeni sürecin başlaması ile “defacto” olarak Irak’ın Kuzeyi’nde varlığını sürdüren Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi, bir yandan bölge sınırlarını genişletmeye ve daha fazla hak elde etmeye çalışıyor.
Diğer yandan, 2003 yılından günümüze kadar, Arap merkezli Bağdat Yönetimi ile Kerkük’ün geleceği, petrol yasası, özerk bölgeye bütçeden tahsis edilen % 17’ye ilaveten peşmergelerin maaşlarının Irak bütçesinden karşılanması, süresi dolan 140. madde ve bölgedeki petrol yataklarının kullanımı ve pazarlaması gibi konular üzerindeki ihtilaflı durumlar halen devam ediyor. 
Öte yandan; soydaşlarımız, Özerk Kürt Bölgesi’ne her şeyden vazgeçerek bir bölge vatandaşı sıfatıyla mı katılmalı, yoksa bin yılı aşkın bölgenin sahibi konumunda olan Türkmenler, Özerk Bölge’ye siyasi yönden mi ortak olmalıdırlar sorusu zihinlere takılıyor. 
Merkezi Hükümet’in yasaları daha da pekiştirmek için Irak’ın birliği ve federal yapısı içerisinde Arap ve Türkmenlerin, yarı yarıya yaşadıkları vilayetlerde özerk bir bölge ihdas edilmesi mümkün görülüyor.  
Bugünlerde Irak’ın geleceği ile ilgili bir dizi senaryolardan söz ediliyor.
Ancak bu senaryolarda Türkmenlere ciddi bir yer verilmediği ve Irak siyasi denkleminin dışında kaldıkları sanılıyor.
Ne yazık ki hem Kerkük’te hem Kıbrıs’ta, uluslararası güçler hem Türkiye’ye hem de, soydaşlarımıza karşı oyunlarını yenileyerek sürdürüyor.
Buna karşılık, AKP iktidarı ve Türk medyasının her iki sorunu unutmalarına rağmen, halkın duyarlılığı şükürler olsun ki kaybolmuyor.
Nitekim, iki gün önce Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nda, Türk Dünyası’nın sorunlarını, kültürel değerlerimizi, Türklük biliminin gündeme taşınması çerçevesinde, Dr. Nefi Demirci ve Dr. Cüneyt Mengü’nün verdikleri “Kuzey Irak Petrolleri ve Türkmenler” konulu konferans bir çok meseleyi ayrıntılarıyla dile getiriyor.
Ayrıca, Dr. Cüneyt Mengü’nün yeni çıkan  “Kerkük ve Türk Sevdalısı Nefi Demirci”  kitabının tanıtımı da davaya bambaşka bir heyecan katıyor. 
Bilindiği gibi, gerek Nefi Demirci gerek Cüneyt Mengü, yıllardan beri Irak’ın Kuzeyi’nde sıkışıp kalan Türkmenlerle ilgili çalışmalar yaparak davanın  “diri” kalmasında anlamlı katkılar yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları