Beş TÜRK Subayı

Gerek babamın subay olması gerek stratejik araştırma merkezi kuran güvenlik meseleleri konusunda uzman bir akademisyenlik kariyerimin olması bir çok değişik rütbede subay tanımama neden oldu. Bugün Ergenekon ve Balyoz davasında yargılanan dört TÜRK subayından bahsetmek istiyorum. Balyoz ve Ergenekon davaları hakkında çok yazmama ve konuşmama rağmen, bu süreci kişiler üzerinden değil, yapısal nedenleri üzerinden analiz etmek istediğim için kişiler ile ilgili birkaç yazının dışında yazı yazmadım. Bugün dört TÜRK subayından bahsedeceğim. Büyük harflerle TÜRK yazmamın nedeni gerçekten TÜRK SUBAYI olmalarındandır. Hadi rütbe sırasına göre gidelim. 
Org. Hurşit Tolon’u Türkiye orgeneral olunca tanımıştı. Oysa daha Harbiyeli iken bütün gazetelerin en ön sayfasında yer almış bir insan. Talat Aydemir’in 22 Şubat girişiminden sonra Başbakan İsmet İnönü, Albay Aydemir’in Harbiyelileri aldattığını söylüyor. Bunun üzerine birkaç Harbiyeli İstanbul’da Taksim anıtına bir çelenk bırakıyorlar. Çelenk, Cumhuriyetin 2. Adamına bir meydan okuma. Üzerinde “HARBİYELİ ALDANMAZ” yazıyor. Çelengi bırakanlardan birisi Harbiyeli Hurşit Tolon. Hurşit Tolon, Ergenekon’dan serbest bırakıldı ancak Malatya’daki Zirve Kitapevi katliamı davasından tutuklu. Oysa davanın gerçek sanıkları, cinayeti işleyenler serbest bırakıldı. Org. Hurşit Tolon’u tanıdım. Kendisi ile sanıyorum beş kez uzun sohbetim oldu. Değil AKP’ye bir darbenin içinde olmak Anayasa Mahkemesi’nin AKP’yi kapatmasına dahi karşı idi.  “Seçimle gitmeliler ve giderler”  diyordu. Hayatta tanıdığım en nazik insan olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Subay ve beyefendi kimliğini birleştirmiş. Süngü hücumuna geçebilecek kadar cesur ancak tavuk kesemeyecek kadar narin bir insan izlenimi verdi bana. Zirve katliamı ile üzerine atılmak istenen pislik tutmayacak bir insan. 
Korgeneral Engin Alan ile sadece bir kez o da MHP’ye katılırken el sıkıştık. Onu mahkemeler sürecinde ve daha sonra MHP milletvekili olarak aldığı tavizsiz tavırlarını izleyerek tanıdım. İşte adam böyle olur. Emrinde savaşacağınız komutan budur. Silah arkadaşı budur. TÜRK SUBAYI budur. Bilirsiniz, Baba Oruç gibi öleceğini bilse döner ve sizin yanınızda savaşmaya devam eder. Beraber ölüme gidersiniz. Engin Alan kendisi gibi bir başka özel harpçinin Kıbrıs’ta TMT’yi ayağa kaldıran Albay Kenan Çoygun’un 2000’lerdeki halidir. Hapishanede dışarıdakiler ile özellikle görevini yerine getirmeyip onu içeride tutan TBMM’deki AKP çoğunluğu ile alay ediyor. Oysa, Cemil Çiçek yargılama bittiğine ve Alan’ın milletvekilliğinin düşürülmesi için TBMM’ye getirmediğine göre Engin Alan’ın serbest bırakılması için Adalet Bakanlığı’na yazı yazması gerekiyor.
Tuğgeneral Veli Küçük. Türk Jandarmasının övünç kaynağı, Türk düşmanlarının nefret ettiği bir general. Kendisini ile emekli olduktan sonra Taksim yakınlarındaki bir lokantada yan masada yemek yerken görünce tanıdım. Daha önce babamın kadim dostu Ahmet Er ve rahmetli babam Muzaffer Özdağ’ı görev yaptığı ile davet etmiş ve iki gün misafir etmiş. O zaman babama sormuştum;  “Üzerinizde bıraktığı intiba nedir?”  Şu cevabı almıştım: “Tanıdığım en çok okuyan ve en kültürlü Türk subaylarından. Sadece klasik literatürü değil aynı zamanda kitapçılarda rafta olan kitapları da izliyor.” Veli Küçük, Ergenekon psikolojik operasyonunun ana hedefi oldu. Kennedy’yi bile Veli Küçük öldürdü dendi nerede ise. Oysa suçlamalar ile ilgili hiçbir somut kanıt yoktu ortada. Ancak bu psikolojik savaş o kadar etkili oldu ki, TSK bile korktu ve Tuğg. Küçük’e sahip çıkmak konusunda geri adım attı.  
Dördüncü TÜRK SUBAYI, Serdar Öztürk. Gazi bir subay. Devlet onur madalyası almış. Vücudunda çok ağır şekilde hainlerin saldırısının izini taşıyor. Emekli olduktan sonra Hukuk okumuş, avukat olmuş ve kendisine komplo kurulan bir başka kahraman subayın özel harpçi albay Levent Göktaş’ın avukatı olmuş. Kendisini bir avukat bürosunda birkaç dakika gördüm. Sivildi ancak asker doğduğu o kadar belli idi ki. O zaman aklıma rahmetli babam Muzaffer Özdağ’ın bir cümlesi gelmişti. “Subayın emeklisi olmaz. Subay subaydır.” Bu cümle bir çok subay için geçerli olsa da ne yazık ki, daha üzerinde üniforma var iken o kadar emekli subay gördüm ki! Babamın kastettikleri TÜRK SUBAYLARI idi. Ergenekon komplosunun önemli araçlarından birisi olan 51 nolu CD’nin nasıl hazırlandığını ortaya çıkarınca bürosuna baskın yapılmış ve nasıl olmuş ise büroya iyi saatte olsunlar tarafından getirilen askeri belgeler neden gösterilerek tutuklandı. Devlet övünç madalyasını, veren makama Cumhurbaşkanlığına iade etti. Serdar Öztürk’ün tutsaklıktaki mücadelesini de gazetelerden izledim. İlk gün serbest bırakılmayınca çok üzülmüştüm. Önceki gece serbest bırakıldığını kendisini Sincan’dan alan bir arkadaşımın Müyesser Yıldız’ın (yüreğinin bir çok asker ve polisten daha büyük olduğunu gördüğüm dev bir Türk kadını) twittinden okuyunca aradım. Serdar Öztürk’e geçmiş olsun diledim.  
Beşinci subay bir teğmen. Mehmet Ali Çelebi. Hiç karşılaşmadım. Hapishanede tutuklu generaller onu omuzlarına almışlar. TSK’dan emekli ilk teğmen olacağım demiş. Galiba ilk generallerin omuzlarına aldıkları teğmen olarak tarihe geçti. Generallerin omuzlarına aldıkları aslında teğmen Mehmet Ali Çelebi değildi. Generaller Mehmet Ali Çelebi’de Mete’nin Ordusundan Atatürk’ün Ordusuna 2200 sene içinde gelişen ete kemiğe bürünen TÜRK SUBAYI kavramını gördükleri için omuzlarına almışlardır. 
Burada adını anmadığım Balyoz, Casusluk, Ergenekon davalarında suçlanan Türk subayları, Türk Ordusuna karşı yapılan cephe hücumunda en ön safta yer aldıkları için ilk kurşunu yiyen TÜRK SUBAY’larıdır. Hepsine selam olsun.

Yazarın Diğer Yazıları