Stratejik akıl, Türk Deniz Kuvvetleri ve Türkiye

Türk Deniz Kuvvetleri, son yıllarda sürdürülen kapsamlı bir psikolojik savaşın sızma, casusluk ve ihanet operasyonları ile en üst düzeydeki komutanından en alttaki astsubayına kadar ağır bir şekilde darbe almış bir güçtür. Balyoz Davası ile Türk Deniz Kuvvetleri’nin önemli amiral kadroları tasfiye edilmiştir. Kurmay albaylıktan amiralliğe geçecek bir çok seçkin ve deneyimli deniz subayı, içlerinde silah arkadaşlarının da bulunduğu komplolar ile mahkum ettirilerek askerlik kariyerleri sona erdirilmiştir.  
Türk Milleti’nin önemli bir bölümü Balyoz Davası ile bazı general, amiral ve subayların mahkum olduğunu ve bunun da çok önemli olmadığını düşünmektedir. Hatta bir kısım aydınımız dahi Deniz Kuvvetleri’nin geçirdiği sürecin Türkiye’nin milli güvenliği için ne anlama geldiğini anlamamaktadır. Bu, Türk Milletinin ve aydınlarının güvenliğe kara (kara kuvvetleri) merkezli bakışının bir neticesidir. Oysa, tarih göstermiştir ki, Türk Milletinin ve devletinin güvenliğinin sadece kara kuvvetleri ile sağlanması mümkün değildir. Yakın tarihimiz göstermektedir ki Türk donanmasının denizlerde uğradığı mağlubiyetleri karada uğranılan yenilgiler ve büyük toprak kayıpları izlemiştir. 6/ 7 Temmuz 1770 gecesi Çeşme’de başarılı geçmiş deniz savaşları sonrasında limana çekilen Osmanlı filosu, yanaşık düzende bağlandığı için limana giren ve patlayıcı yüklü iki küçük Rus gemisinin saldırısı sonrasında tamamen imha olmuştur. Bu yenilgiyi dört sene sonra 1774’te Ruslara yenilmemiz ve Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı kaybetmemiz izlemiştir. 
Daha Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılması ve yeni bir ordunun kurulamadığı bir dönemde devletin başına bela olan Yunan isyanını bastırmak amacı ile Navarin’de toplanan Osmanlı filosuna 20 Ekim 1827’de İngiliz, Fransız ve Rus gemilerinden oluşan filo savaş bayrağı çekmeden korsanca saldırdı. Devletler hukukuna aykırı olan bu saldırı Avrupa’da bile şiddetle eleştirildi. Saldıran ülkelerin büyük amiralleri “saldırı emri vermedik”  dediler ama 3.5 saat içinde 57 gemi battı, 8000 asker şehit düştü. Navarin sonrasında Yunanistan’ı kaybettik. 1828/29’da çıkan Osmanlı-Rus Harbini kaybettik. Artık bir donanmamız olmadığı için 1830’da Fransa’nın Cezayir’i işgalini kabullenmek zorunda kaldık.  
30 Kasım 1853’te Rus donanmasının, Sinop limanında bulunan 12 gemiden oluşan Türk filosuna yaptığı baskın, bütün gemilerin batması ile sonuçlandı. Bu saldırı sonrasında süreç, Kırım savaşına kadar uzandı. 
Türk Deniz Kuvvetleri 2007 sonrasında Çeşme, Navarin ve Sinop baskınları gibi bir baskına uğramıştır. Bu baskının adı “Ergenekon-Balyoz-Casusluk” baskınıdır. Üstelik bu saldırı en az Navarin baskını kadar hukuk dışı bir saldırıdır. Hukuk dışı olduğundan dolayı dönemin büyük amirallikleri nasıl Navarin baskınına sahip çıkamamışlar ise bugün de AKP Hükümeti “Ergenekon-Balyoz-Casusluk” baskınına sahip çıkamamaktadır. 1839’da Kaptan-ı derya Ahmet Paşa, nasıl Osmanlı filosunu isyankar vali Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya teslim etmiş ise Balyoz’un amacı da Türk donanmasını Türk Milleti’nin elinden alarak küçük bir kliğe teslim etmektir. 
Türk donanması bu bunalımdan geçerken Doğu Akdeniz, deniz altı kaynaklarını sunduğu yeni zenginlikler ile çok önemli bir jeopolitik alt sistem haline gelmektedir. Esasen Kıbrıs adasının varlığı ve KKTC, Türk donanmasının güçlü olmasını gerektirmektedir. Öte yandan Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim, Türk donanmasının Karadeniz’de de çok güçlü bir varlık göstermesini gerektirmektedir. Özetle, Türk Milletinin menfaatlerinin savunulması ve güvenliğinin sağlanması için güçlü bir Türk donanmasına büyük ihtiyaç vardır. 
Rusya’nın 19. Yüzyıl yöntemleri ile Kırım’ı ilhak etmesi ile birlikte ABD ile Rusya arasında yeni bir gerilim ortamı doğmuştur. Türkiye istese de bu gerilimin dışında kalamayacaktır. Mevcut gerilim, her an kontrol dışına çıkabilecek ve öngörülmesi zor olayların gelişmesini tetikleyecek kadar büyük bir patlama potansiyeline sahiptir. Rusya ve Ukrayna, krizin başlaması üzerine Akdeniz’deki gemilerini Karadeniz’e çekmişlerdir. ABD, USS Tuxtun (DDG 103) adlı güdümlü füze kapasitesine sahip savaş gemisini Ukrayna krizi üzerine Karadeniz’e yollamıştır. Amerikan donanmasına ait bir istihbarat gemisi Karadeniz’i yeni terk etmiştir. 
Karadeniz’de ucu açık bir kriz devam ederken 17 Mart 2014’te Türk donanmasına mensup 2 firkateyn, bir korvet ve bir lojistik gemisinden oluşan dört gemi, Türk donanmasının 148 yıldan bu yana görünmediği Afrika’nın en güneyindeki Ümit Burnu’nun altına inecek kadar uzun bir yolculuğa çıkmıştır. Barbaros Türk Deniz Görev Grubu 2014 adlı güç, 102 gün sürecek bu görev sırasında 27 Afrika ülkesine uğrayacaktır. 
148 yıl beklenmesi, bu görevin içinden geçtiğimiz gerilimli dönemde Türk donanmasının böyle önemli bir gücü Afrika’ya yollamasını anlamlandırmak mümkün değildir. Nitekim emekli Oramiral Nusret Güner, böyle bir bölgesel konjonktürde Türk savaş gemilerinin Afrika sularına yollanmasının büyük bir hata olduğunun altını çizmiştir. Sonuç olarak hızlı ve etkili bir gelişme süreci içinde olan Türk Deniz Kuvvetleri, çok boyutlu bir saldırı ve ihanetin neticesinde çok ağır darbeler almıştır. Bu darbeler Türkiye’nin güvenliğini ve yüksek menfaatlerini tehlikeye düşürmüştür. Bu noktadan sonra ülkemizin güvenliği ve menfaatlerinin güvence altına alınması, Balyoz, Casusluk, Ergenekon gibi davalar ile esir alınan general, amiral ve subayların esaretten kurtarılmaları ve göreve dönmelerinin sağlanması ile yakından ilişkilidir. Anılan kadroların görev yerlerine dönmeleri, sadece bilgi ve birikimin iş başı yapması anlamına gelmeyecektir. Bundan da öte bir milli anlayışın göreve dönmesi anlamına gelecektir.

Yazarın Diğer Yazıları