Türkmen faciasına Filistin acısı!

Ne yazık ki hem de kutsal bir ayda; Irak’ta Türkmen soydaşlarımızın trajedisi yaşanırken, Filistinliler ölüm acısıyla yeniden karşılaşıyor.
Sanki; her şafak, Filistinlilerin acısına acı katıyor.
Gerçekten de, yıllardan beri bu acı dinmiyor.
Filistinliler tarihte öylesine maceralardan, baskılardan ve diplomasi oyunlarının tezgâhlarından geçmişlerdir ki, başkalarının yüz yıllar sonunda kazandığı tecrübeleri daha tarihlerinin başlarında ediniyordu. 
Onların vatan özlemi, 1947’de başlıyor ve günümüze kadar mücadeleleri sürüyor.
Çok önem arz eden Filistin dramı için eski tarihlere uzanmak gerekiyor;
16. yüz yılın başlarına kadar Arapların kontrolünde bulunan Filistin toprakları, 1516’daki Mercidabık Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun eline geçiyor. 
Burada kurulan sancaklar zamanla emirliklere dönüşüyor.
Osmanlı İmparatorluğu, en zayıf devrinde bile Filistin’i muhafaza ediyor, hatta 1799 yılında Orta Doğu’yu fethe çıkan Napolyon burada bozguna uğruyordu. 
Ne var ki Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın oğlu İbrahim Paşa, Filistin’i Osmanlı topraklarından geçici bir süre için ayırıyor. 
Filistin 1840 yılına kadar Mısır’ın yönetiminde kalıyor. 
Sonra yeniden Osmanlı İmparatorluğu haritasına katılıyor. 
1916 yılına gelinceye kadar istikrar, sükûn bu ülkeden eksik olmuyor.
Orta Doğu’yla birlikte Filistinlilerin de kaderini değiştiren o yıl, Osmanlı ordularıyla savaşan İngiliz kimliğindeki Hristiyan istilası kanlı çatışmalarla bir kaç yılda tamamlanıyor. 
İngiliz ordusu Gazze’yi aldığı zaman artık Türk ordusunun kaderi de belli oluyordu.
Aç susuz, nohut yiyerek süren bir direniş, ikmal ve lojistik yollarının kesilmesiyle sona eriyor.
Yavuz Sultan Selim Han’ın, şenlik törenleriyle girdiği bu topraklar 400 yıl sonra yeniden Avrupa’nın eline geçiyor. 
Kudüs artık Yahudi askerlerinin kontrolü altındaydı.
General Allanby’den tam 48 yıl sonra, üç kutsal dinin şehri, Hz. Muhammed’in Miraç’a yükseldiği şehir, bu kez Tevrat’taki vaat edilmiş topraklarını 4 bin yıl sonra yeniden ele geçirdiklerini ilan eden Batı’nın taşeronu, İsrail işgali altına giriyor.
O dönemde, Filistin’de yaşayan Yahudi sayısı fazla değildi ama başta İngiltere olmak üzere ABD ve diğer emperyalist devletler, bu bereketli ancak sancılı topraklar üstünde giderek bağımsız bir Yahudi devleti kurulması projesini, yeni başlayan iki kutuplu dünyada kendi çıkarları açısından yararlı buluyordu.
Siyonizm fikrinin körüklendiği ’Erez İsrail’ hareketi, Avrupa’daki zengin Yahudilerin cömert yardımlarıyla desteklenince, Yahudi diasporası Tevrat’ta vaat edilen topraklara yani Filistinlilerin ülkesine gelmeye başlıyor. 
Osmanlılara karşı, Arap isyanının ateşi daha hafızalardayken bu kez Filistin insanı, silahlarını kuşanıp bölgenin egemeni İngiliz askerlerine karşı direnmeye çabalıyor.
1935-39 yıllarında direnişin ilk cepheleri kurulurken İngilizlerin yanı sıra İsrailliler de örgütler kurarak hem İngilizlerle hem de Filistin’i savunan Araplarla savaşa girişiyor. 
Sabotajlar, bombalamalar ve köy katliamlarının tarihi daha o yıllardan kayıtlara geçiyor.
2. Dünya Savaşı’nda Alman Nazi İmparatorluğu’nun ve Hitler’in kurbanı olan Yahudilerin göçü, savaş sırasında ve onu izleyen yıllarda daha da hızlanıyor.
1948’e gelindiğinde, kan ve ateşin eksik olmadığı Filistin topraklarının üzerinde Batı’nın büyük desteğiyle İsrail devleti kuruluyor.
Birleşmiş Milletler o yıl Filistin’i üç parçaya bölüyor. 
Gazze Mısır’ın payına, Yahudiye ve Gor Çukuru Ürdün’ün, Taberiyye, Batı Yaylaları’yla Necef Çölü ise yeni kurulan İsrail’in payına düşüyor. 
Böylece, İsrail diasporasının Filistin’deki randevusu, Arap halkının acıları pahasına gerçekleşiyor.
Yıllar yılları, acılar acıları kovalarken, 1994’te sürgün Filistinliler vatanlarına geri dönüyor.
Bölgede her şey yeniden şekilleniyor. 
1995’te Filistin Özerk Devleti kuruluyor.
Bu arada, Filistin kendi arasında ikiye ayrılıyor, İsrail bundan çok yararlanıyor. 
Fakat, kalıcı barış bir türlü sağlanamıyor.
Filistinliler bağımsızlıkları için yıllardır can veriyor.

Yazarın Diğer Yazıları