Davutoğlu nereye!

Ne kadar önyargısız, ne kadar objektif, ne kadar ayrıntılı olursanız olun,  “boş görüşler” , “temelsiz stratejiler”  ve  “hamasi arzular”  bazen insanı öfkelendirmeye yetiyor.
Oysa, bu satırları öfkemizin dinmesinden günlerce sonra yazdıksa da gerçekler art arda geliyor.
Her şeyden önce, Başbakan’ın böylesine bir  “ütopya”  içinde bocaladığını tespit ettikten sonra, Ahmet Davutoğlu’nun  “Derin Strateji” sinin dibi olamayan bir kuyuya dönüştüğünü iddia etmek gerekiyor.
Gerçekten de, Davutoğlu galiba Orta Doğu’yu hiç incelemediği gibi hiç de yaşananları bilmiyor.
Orta Doğu’nun nerede başlayıp, nerede bittiğini, üzerinde kaç terör örgütünün çatıştığını, kaç ülkenin en azından birbirleriyle dost olmadığını, kaç süper gücün de bu  “mümbit”  topraklar üzerinde gözü olduğunu ve bu kargaşa ortamında  “Yeni Orta Doğu” dan asla bahsedilemeyeceğini düşünemiyor.
Nitekim; Diyarbakır’da  “Serok Ahmet”  yazılı pankartlarla karşılanan Başbakan’ın  “Yeni bir Orta Doğu hedefliyoruz. Türk’ün, Kürd’ün, Arabın kardeş olduğu bir Orta Doğu istiyoruz. Her yerde omuz omuza durduğumuz bir Orta Doğu istiyoruz. Emperyalistlerin bölmek istediği Orta Doğu’ya karşı Tevhit Orta Doğu’su diyoruz. Sultan Abdülhamid’in Orta Doğu’su diyoruz. İşte o zaman Kudüs’te, Filistin’de özgür olacak, halklar kardeş, bir ve beraber olacak”  şeklindeki sözleri akıllara durgunluk verecek kadar  “ham hayal”  içeriyor.

“Serok Ahmet” in tarihi gafları
Davutoğlu’nun telaşla;  “Diyarbakır’da da Orta Doğu’da da Dünyanın her yerinde omuz omuza yürüyeceğiz. Ertuğrul’un torunları, inadına kardeşlik barış ve yeni Türkiye, yeni Orta Doğu ve yeni dünya diyecek. Kobani’yi nasıl koruyacaksak Suriye’de Irak’taki herkese bağrımızı açacağız” şeklinde konuşmasına devam etmesi, özlemini veya esas gayesini neredeyse açıklıyor.
Davutoğlu’nun  “kara”  bir belge niteliğini taşıyan ve bir  “manifesto” yu andıran konuşmasının;
“İşte biz buraya geldik. Diyarbakır üzerinden aslında bir asra bir millete bir bütün bir Orta Doğu coğrafyasına selam vermeye geldik”  cümlesi ise zihnindeki Türkiye’nin konumunu da özetliyor.
Başbakan’ın böylesine  “sorumsuzluk” taşıyan konuşmasında Orta Doğu’yu hiç tanımadığı zaten kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Magrip’ten Maşrik’e kadar
Öncelikle; Orta Doğu’nun bir profilini değerli hocamız, Tayyar Arı’nın,  “Orta Doğu”  eserinden aktarmamız icap ediyor;
 “Sadece coğrafya olarak değil, siyasi olarak da genişliği olan, pek çok bilinmezlerin, karmakarışık ilişkilerin, sorunların ve çatışmaların, ihanetlerin ve dostlukların, birleşme adına yapılan ayrışmaların, homojen zannedilen heterojenliğin, tam olarak kavranamadığı için bazılarınca kaynayan kazan, bazılarınca bataklık olarak tanımlanan, bazılarına göre istikrarsızlığın ve geri kalmışlığın bazılarına göre petrolün ve zenginliğin merkezi olan Orta Doğu, üzerine çok şey söylenen ama çok az bilinen bir coğrafyadır. İnsanlık tarihi burada başlayıp burada devam etmiştir. Tarihsel olaylara yön veren gelişmeler burada yaşanmış, geleneksel ve modern imparatorluklar için üzerine mücadele edilmeye değer bulunmuş, her şeye rağmen vaz geçilememiştir. Böylesine tarihsel, kültürel ve toplumsal birikimi zengin ve böylesine ekonomik, stratejik ve siyasal açıdan önemli bir bölge hakkında söz söylemeye kolay gibi gözükse de üzerine yazı yazmak gerçekten oldukça zor. Aslında zor olduğu detaylara indikçe anlaşılıyor.”
“Yurtta sulh, Cihanda sulh”
İşte böylesine bu sancılı coğrafyada değil birleşmek, olsa olsa   “parçalanmak”  gündemi zorluyor.
Sadece; Sudan, Cezayir, Tunus, Libya, Mısır, Filistin, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’in ne trajik durumda oldukları galiba unutuluyor.
Üstelik, Türkiye’nin bir-iki Körfez ülkesinden başka, bölgede dostu olmadığı da biliniyor.
Velhasıl, Davutoğlu galiba yine  “o tatlı” rüyalarından birini daha görüyor.
Kaldı ki, Türk milletinin büyük çoğunluğu, “ülkede barış, dünya da barış”  düsturundan asla vaz geçmek istemiyor.

Yazarın Diğer Yazıları