Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Armağan KULOĞLU

Armağan KULOĞLU

Türkiye Orta Doğu’da hatalı yolda

Türkiye’nin Orta Doğu’da, İkinci Körfez Harekâtı’ndan itibaren, yönetimin siyasi görüş ve ideolojik yaklaşımlarının da etkisiyle, arka arkaya yanlışlıklar yaptığı ve bu yanlışlıkları da ısrarla devam ettirdiği anlaşılmaktadır.

Yanlışlık önce İkinci Irak Harekâtı’nda görülmüştür. Burada Türkiye’nin,  “Çekiç Güç” ve  “Keşif Güç” uygulamasıyla temelleri atılan ve sözde Büyük Kürdistan’ın en güçlü ayağını oluşturacak Kürt Özerk Yönetimi’nin ortaya çıkmasına ve güçlenmesine katkıda bulunduğu görülmüştür. Kürt yönetiminin, çıkan karışıklıklardan istifadeyle Kerkük başta olmak üzere Türkiye ve Türkmenlerin aleyhindeki tutumuna göz yumulmuştur. Halen bu yapıyla, politik yaklaşımı bilinmesine rağmen, ekonomik menfaatler gözetilerek, yakın ilişkiler devam ettirilmektedir. Bu yapının, bölgedeki diğer Kürt hareketleriyle birlikte, Türkiye’deki bölücü yaklaşımları güçlendireceği, tahrik edeceği dikkate alınmamaktadır. Ayrıca Irak için mezhepsel bir tutum izlendiği de aşikârdır.
İkinci yanlışlık Suriye konusundadır. Arap Baharı başlangıcında, Suriye yönetiminin reformlar yaparak demokratikleşeceği düşüncesiyle hareket edilmiş, bunun olamayacağı anlaşılınca, diğerlerinde olduğu gibi buradaki yönetimin de çabuk yıkılacağı hesabıyla muhaliflerin yanında yer alınmıştır. Rusya ve İran’ın desteğiyle yönetimin ayakta kalacağı görülememiştir. Gereksiz bir şekilde, mezhepsel düşüncelerin de etkisiyle, Suriye’nin iç işlerine müdahale edilmiştir. Sonuç, Türkiye’ye gelen iki milyon mülteci, kuzeyde sözde Büyük Kürdistan’ın Batı ayağını oluşturulacağı söylenen Kürt bölgeleri, bu kapsamda PYD’yi destekleyen, onunla özdeşleşen ve IŞİD’e karşı mücadelesiyle Batı nezdinde legalleşen PKK, Suriye politikası nedeniyle İran’la ilişkilerde olumsuzluk, büyüyen IŞİD yönetimi ve bunun Türkiye’ye olan faturası.
Üçüncü yanlış da Mısır’la olan ilişkilerdedir. Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarının yarattığı ortam nedeniyle gerçekleştirilen askeri müdahale ve onun yönetime hâkim olması, güçlü çıkışlarla tenkit edilmiştir. Yeni yönetim, bir noktada tanınmamıştır. Burada da Mısır’ın iç işlerine müdahil olunmuştur. Ancak, başta küresel güçler olmak üzere, uluslararası ortamda kabul gören ve Arap dünyasının önderliğini yapma noktasına gelen Mısır yönetimiyle ilişkilerin burukluğu, Türkiye’nin dış politikasında sıkıntılar yaratmaktadır. Fakat hâlâ Türkiye’deki yönetim,  “Rabia”  işaretleriyle teselli bulmaya çalışmakta, hatadan dönmenin yollarını bulmakta zorlanmaktadır.
Şimdi de Yemen müdahalesinde, ABD’nin de desteklediği, Arap ülkeleri başta olmak üzere oluşturulan Sünni Koalisyonu’na destek verileceği açıklanmıştır. Gerekçe olarak da, legal yönetimin yeniden kontrolü ele almasına yardımcı olunması gösterilmiştir. İran yönetimiyle yine ters düşülmüştür. Bu davranışta da mezhep ayırımın rol oynadığı düşünülmektedir. Mısır komutasında, S. Arabistan öncülüğünde kurulacak ve Sünnilerden oluşan Arap Ordusuna destek vermemizin, meydana gelecek Sünni-Şii çatışmasına taraf olarak katılmamız anlamına geldiği dikkate alınmalıdır. Bu çatışmanın uzayacağı ve bölgede sonu gelmeyen husumetlere yol açacağı değerlendirilmektedir. Burada çatışmayı önleyecek tarzda, taraflara eşit mesafede bir davranış göstermemizin uygun olacağı kıymetlendirilmektedir.
* * *
Osmanlı bölgesinde etkinlik ve hamilik sağlama düşüncesiyle, bölgedeki olaylarda, ülkelerin iç işlerine müdahale etme anlayışı, Türkiye’nin yalnızlaşmasına sebep olmakta ve bölgedeki etkisini azaltmaktadır.  Ayrıca Arap dünyasında etkin olma yaklaşımı da tepki çekmektedir.
Türkiye, coğrafi konum itibariyle Orta Doğu bölgesinin de içindedir. Müslüman olma ortak paydasıyla da Orta Doğu ülkeleriyle kültür benzerlikleri vardır. Ancak Müslüman olmakla Arap olmak birbiriyle karıştırılmamalıdır.
Türkiye’yi Orta Doğu ülkelerinden ayıran en büyük özellik, ülkenin bir kurtuluş savaşı vermesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki felsefedir. Bu felsefeye göre, Türkiye Cumhuriyetini kuran ahaliye Türk Milleti denmiştir. Diğer ülkelerde olmayan Ulus Devlet anlayışına sahiptir. Bunu takiben Cumhuriyet anlayışıdır. Daha sonra  “Cumhuriyet ilkeleri”  olarak da ifade edilen Atatürk ilkeleri ve inkılâplarıdır. Bunların üzerinde gelişen demokratik ve laik bir devlet oluşudur. Bu kazanımların ne kadar büyük nimet olduğu, bölgeye baktığımızda çok daha iyi görülmektedir. Medeni olmanın kıymeti bilinmelidir.
Ülkelerin yönetimleri beğenilmese dahi, onlarla makul ilişkiler kurulması önemlidir. Bu gerçekler dikkate alınarak, sadece kendi menfaatlerimizi ön planda tutmak üzere, maceralardan, çarpık ideolojilerden ve bizi zora sokacak tarafgirliklerden uzak, yapımıza, kazanımlarımıza, üstünlüklerimize ve özelliklerimize uygun bir politika izlememizin daha uygun olacağı değerlendirilmektedir.

 

Yazarın Diğer Yazıları