Orta Doğu politikamız ekonomiyi de vurdu!

Türkiye’nin siyasi ve ekonomik gündemine, daha doğrusu yakın geleceğine, ne yazık ki kesinlikle artık, “Orta Doğu”  ağırlığını koyuyor.
30 yılı aşan PKK belasının güya çözümünün yanı sıra, sözde  “Arap Baharı”  ve nihayet Erdoğan’ın İran’a da karşı katı tutumu, ülkeyi güç durumda bırakırken, sağduyu sahibi vatandaşları endişelendiriyor. 
Özellikle; üst üste gelişen Libya, Mısır, Suriye, Irak ve Filistin olaylarının yanı sıra, Yemen sorununda Suudi Arabistan’ı desteklemeye yeltenirken, İran’a kafa tutmamız Türkiye’yi hem siyasi hem de ekonomik bakımdan yıpratmaya devam edeceği sanılıyor.
Oysa, başta ABD olmak üzere bir çok Batılı devlet, bir zamanlar düşmanı olan İran’a eskisine nazaran çok serinkanlı dış politika güderek bölgede  “ağırlıklı”  bir ülke olmayı başarmış bulunuyor. 
Üstelik, İran ile nükleer anlaşmanın imzalanma sürecinde olması dolayısıyla ambargonun kalkması yeni imkânlar yaratıyor.
Yani, tam ambargonun kalkmasıyla, İran’a çeşitli ihracat yolu açılıyorken, ilişkilerin bozulması yeni bir buhrana neden olacağa benziyor.
Zaten, AKP iktidarının belki de, en büyük hatası Suriye ve Irak sorunlarının, gün geçtikçe daha  “vahim” hal alacağını tahmin etmemesinden kaynaklanıyor.
Birbirine, ister paralel, ister bağlı olsun bu iki  “facianın”  görünmeyen yüzünün de, ekonomimize yüklediği ve yükleyeceği fatura nedense unutuluyor.
Libya’da 15 milyar dolar 
Bu arada, Türk firmaları ve vatandaşları Libya’dan sınır dışı edilirken 15 milyar dolarlık iş anlaşmasının iptal olduğu belirtiliyor.
Böylelikle Türk firmaları, 4,5 milyardan fazla tamamlanmış proje gelirini elde edemediği gibi, 1 milyar dolar değerinde ağır iş makinelerinin milisler tarafından tahrip edildiği de bildiriliyor.
Türkiye’den Mısır’ın Port Said Limanı’na yapılan Ro-Ro ve kara yolu transit taşımacılığı anlaşmasının Mısır tarafından tek taraflı iptal edilmesi, yaş meyve ve sebze ihracatını durma noktasına getiriyor.
Türkiye’nin Körfez ülkeleri ve Suudi Arabistan pazarını kaybetmekle karşı karşıya olduğu da öne sürülüyor.
Öte yandan, sadece Suriyeli sığınmacıların maliyeti bile akıllara durgunluk veriyor.
2 milyonu bulan Suriyelilerin, feci durumu gerçekten de yürekleri yakıyor.
Büyük bir kısmı açlığa, sefalete mahkûm olan sığınmacıların bazılarının da suç işlemeye başladıkları görülüyor.
Sığınmacıların trajedisi, Türkiye’ye ekonominin yanı sıra prestij bakımından da kayıplara yol açıyor.
Aslında, bir yanda sığınmacılar, öte yanda iş yapamayan nakliyat şirketleri, en önemlisi ihracat ve ithalatın neredeyse durması, gün geçtikçe Türkiye’yi büyük ekonomik kayıplara götürüyor.
Turizmde büyük kayıp
Buna, bir de Suriye, Irak, Libya ve İran karmaşası eklendiğinde, gerçek zarar hesabını yapmak ekonomi uzmanlarına düşüyor.
En azından, turizm mevsimi yaklaşırken turizm sektörümüzün muhtemel kayıplarını şimdiden düşünmek ve endişeye düşmemek elden gelmiyor. 
Cumhuriyetimizin 100. yılını 2023’te, 70 milyon turist ve 80 milyar dolar turizm geliri parolasıyla kutlamayı arzulayan Türkiye’nin bu hedefin ötesine doğru koşar adımlarla ilerlemesi gerekiyor.
Türkiye’nin 2011 yılındaki rekor büyüme ile turizm pazarının en önemli oyuncularından biri haline geldiği hatırlanıyor.
36 milyon turistin 23 milyar dolar getirdiği sektör, ziyaretçi sayısı göz önüne alındığında üçüncü en hızlı büyüyen turizm destinasyonu oluşturuyor.  
 “Turizmin dinamiğinin çok yönlü olduğu kadar çok hassas ve buluttan nem kapan bir yapıda olduğu” zaten biliniyor.  
Turizmin, toplam gelirimizin %30’una yakın döviz getiren bir sektör olduğunu hiçbir zaman unutmamak ve sonuna kadar desteklemek öncelikli şart oluyor.
Velhasıl, AKP iktidarı bir an önce, yanlış dış politikasından uzaklaşarak  “Orta Doğu çıkmazı” ndan kurtulmanın yollarını araması icap ediyor.
Dengesini çoktandır yitiren iktidar, “kaş yapayım derken, göz çıkarıyor.” 

Yazarın Diğer Yazıları