Karmanyola

Ülkede ilk haftam. Yazının başlığı İtalyanca. Anlamı, ıssız bir yolda ölümle tehdit edilerek yapılan, hırsızlık, soygunculuk gelir. Bizim gençliğimizde, argoda kullanılırdı. Durum vahim. Akaryakıta, bir hafta içinde iki kez zam. Turizmciler, yabancı müşteri rezervasyon iptallerinden şikâyetçi. Çiftçi, zor kış ayları nedeniyle, zaten az olan ürününü satamamaktan, zor durumda. Portakal bahçelerinde, meyve ağaçları kesiliyor. Yakında buralara da, AVM falan yaparlar.

Boynu bükük ağaçlar

Meyve ağaçları kavruk, yeni yapraklanıyor. Ege kıyılarında ise büyük zeytin ağacı katliamı var. Hani, zeytin yasası çıkarmışlardı, ne oldu? Bazıları, Yırcalı köyünde kesilen 6 bin zeytin ağacı sırasında, Ege’de o kadar çok ağaç kesmiş ki, otomobille geçerken insanın yüreği sızlıyor. Hem de benim oturduğum yere yakın gözlerden ırak. Danıştay kararı sonrası, kökleri çıkarılmamış ama kesik ağaçlar, boynu bükük duruyor. Tam da dünyada zeytin ve zeytinyağının kıymeti anlaşılmışken, Türkiye her zamanki gibi ayağına ateş ediyor.

Siyasi gündem, tam bir çadır tiyatrosu. Yanlış anlamayın, tiyatroyu ve tiyatrocuları küçümsemiyorum. Onlara saygım var. Benim gençliğimde, küçük yerleşim yerleri, kasaba ve nahiyelerin panayırlarında, yuvarlak halka attırılan tezgâhlar ve çadırlar kurulur, çok basit tiyatro oyunları ve dansöz oynatılırdı. Çoğu kişi, tiyatroya dansözü seyretmek için giderdi. Çadırlar sökülür, tiyatro ve halkacılar gider, halk olayı unuturdu. Bizdeki siyaset de, bu panayırlara ve çadır tiyatrolarındaki dansöze benziyor. Seçim sonunda, her zaman olduğu gibi, ne oyuncular, ne de seyirciler, bu panayırı hatırlayacak.

Ortam kontrolden çıktı

Daha önceki yazılarımda, gerçek devlet adamlığının, zor bir iş olduğunu, devlet adamlarının, hislerine kapılmadan, ağzından çıkan her şeye dikkat etmesi gerektiğini yazmıştım. Bizde ülkeyi yönetenler, ağzına geldiği gibi konuşuyor. Konu üzerinde, ne kadar haklı olursanız olun, mahalle kabadayısı edası ile siyaset yapamazsınız. Konu, Kıbrıs. Yeni seçilen Kıbrıs’taki cumhurbaşkanını, ben de beğenmiyorum. Ama seçimle iş başına gelen bir adama, haklı olduğunuz bir konuda, haksız duruma düşmeniz, an meselesi. Nitekim bu da oldu.

Rahmetli Denktaş’a karşı pompaladıkları, yandaşları Talat ile yarattıkları ortam, artık belki de kontrollerinden çıktı. Belki de, bunu özlüyor, istiyor, belki de aynı PKK konusunda oynadıkları oyunu, bu kez Kıbrıs’ta oynuyorlar. Hani, ben vermedim ama onlar benden zorla aldılar manzarası gibi. AKP iktidarının çözüm pazarlığında, terör örgütünün tüm taleplerini karşılayıp, sonra da milliyetçi oyların artışını kesmek için, göstermelik ağız dalaşı misali. Belki de Kıbrıs, daha önce uyardığımız gibi, Rum tarafına verilmeden önce, bak, ben onlarla kavga ettim, ama ne yapayım, aldılar kafası.

Ama bizim basın, ABD’nin Baltimore kentinde meydana gelen olayları ve sıkıyönetim ilanı haberini işliyor. ABD, bizi, her ne kadar askeri yönetimler konusunda eleştirse de, bu tutuma, sık sık başvurur. Mesela ben ABD’ye gitmeden önce, siyahî lider Martin Luther King’in, bir suikast sonucu öldürülmesi ardından, meydana gelen olayları hatırlarım. 4 Nisan 1968’de, suikast sonucu, oldukça büyük bir zenci nüfusa sahip başkent Washington DC’de siyahîler ayaklanmış, kent merkezinde, birçok ev ve iş yerini yakmışlardı. Yakılan yerlerin çoğu da, kendi oturdukları yerlerdi.

Bu duruma karşılık, kente, 15 bine yakın asker gönderilmiş, devlet daireleri ve Beyaz Saray’ın çatılarına, deniz piyadeleri, makineli tüfekler kurmuştu. Yalnız DC’de değil, 30’a yakın Amerikan kentinde de, milli muhafızlar mevzilenmişti. Demek ki neymiş, asayiş için, bazen askeri tedbirler almak gerekiyormuş değil mi. Tabii bizim yeni yetme basın, işin bu tarafından habersiz, Amerika’da demokrasi gidiyor, çığlıkları atıyor.

Mevzi terk edilmez...

Son konu, Ermeni soykırımı. ABD’de Ermeni soykırımı konusundaki hükümetin tepkileri, hiçbir etki yaratmazken, bir avuç Türk’ün mücadelesi ses getirdi. California’dan, New York’a ve başkent Washington DC’ye kadar, Atatürkçü Türkler, Türkiye’yi temsil eden kurum ve kuruluşlara, Ermeni diasporasının saldırılarını önledi. Bu kavgalar sırasında, sırtlarında dört parmaklı Rabia işareti ve Mursi yazan tişörtler giyen Tayyip takımı, Cuma namazına gidince, boş bıraktıkları alanı Ermeniler doldurmuş. Savaşta bile namaz için mevzi terk edilmez öğütlenir benim inancıma göre. Çanakkale’de kahraman şehitlerimiz, düşman askerine karşı mevzilerini terk etseydi, Çanakkale geçilmez olur muydu acaba? Neyse, bunlar önemsiz şeyler değil mi. Sizler kayıkçı kavgasına devam edin.

Ümitsiz değilim, aksine süreci faydalı buluyorum. Her kesimin ve her kurumun çapını öğrendik. Millete kızmıyorum. Aydınları çapsız ve korkak ise halk ne yapsın! Anadolu insanı rüzgâra göre yön değiştiren sözde tarihi müesseseler, geleneksel yapılar, dini kesimlere niye güvensin! Önce çıkarcı aydınlar, bunak aksakallılardan kurtulmayı sabırla bekliyor. Gecenin en karanlık noktasındayız ve güneş doğduğunda çok işimiz olacak. Milletin ruh köküne, Türk dünyasına ve İslam alemine ulaşan kanallardaki çatlakları onarmak ve ortaya saçılan çöpleri toplamak için inanca, birikime, heyecana ve umuda ihtiyacımız var. Belgeler önemli değil, asıl yüzler kızarmasın! 

 

Yazarın Diğer Yazıları