Süleyman Demirel’in “muhteşem” dış politikası

Hakk’a kavuşan Türkiye Cumhuriyeti’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in hayatı, anıları, ilgi çekici tespitleri, derin manalı sözleri ayrıntılı bir şekilde medyada yayınlanıyor.

Tabii ki, her anekdot, başlı başına yankı oluşturuyor.

Aslında, Demirel’in  “bitmez tükenmez” bir kaynak olduğu özellikle gazeteciler tarafından değerlendiriliyor.

Demirel’in siyasi hayata atılışından, Başbakan oluşuna, Cumhurbaşkanlığı makamına onurla oturuşuna kadar çeşitli ayrıntılarına  “vakıf” bir gazeteci olarak, Çankaya’da düzenlenen bir törende,  Cumhurbaşkanı başarı rozetini bizzat göğsüme takması halen gurur veriyor.

Demirel’in anlatılacak, yazılacak çok yönleri ve icraatları arasında özellikle dış politikası önemli yer alıyor.

Gerçekten de, Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra, dış politika alanında en büyük hünere sahip Demirel gösteriliyor.

Türkiye’de yapılan zirveler dahil bütün uluslararası toplantı ve konferanslarda Demirel’in başarılı izleri görülüyor.

Dönemi sırasında, bütün komşularımızla iyi ilişkilerimizi sürdürdüğümüz hatırlardan çıkmıyor.

Özellikle Suriye’ye karşı takındığı “hassas” tavır, bir örnek teşkil ediyor.

Ünlü gazeteci Lütfü Akdoğan’ın 9. Cumhurbaşkanı Demirel’e ilişkin, Orta Doğu tespitleri ve yorumları gerçekten de, “ders”  alınacak bilgileri içeriyor.

Akdoğan’ın, Lübnan’da sürgünde iken Suriye eski Cumhurbaşkanlarından El-Hafız ile görüşmesi, bölgenin ne denli entrikalı politikalarla yüklü olduğunu gösteriyor;

Suriye’de ihtilal yapmak isteyen El-Hafız’ın sözleri aslında her şeyi anlatıyor.

“Fazla bir şey istemiyorum... Biz, ihtilali başlattıktan sonra, mesela belirleyeceğimiz bir G noktasında, Türk savaş uçaklarının Suriye sınır boyunca alçak uçuş yapmaları bizim işimizi kolaylaştırır.

Biz, ihtilali kısa sürede sonuçlandırırız.

İşte bundan hemen sonra Türk hükümeti bizi resmen tanıdığına dair bir bildiri yayınlatsa, mesela hallederiz. Arkamızdan Irak ve Libya var.”  

Emin el-Hafız’la görüştükten hemen sonra Ankara’ya dönüp Demirel’e durumu anlatan Akdoğan’ın aldığı yanıt, bu günlerde Türkiye’ye çok gerekli, tarihi bir belge niteliğini taşıyor:

“Suriye sınırı, bizim yumuşak karnımızdır.

Bizim, büyük devletlerin dışında yani Amerika ve Rusya’nın dışında İran, Irak, Suriye ve hatta Yunanistan’la iyi ilişkiler içinde olmamız lazım.

Çünkü, o ülkeler bizim komşumuz. Biz hâlâ Osmanlı İmparatorluğu’nun kalıntılarıyla, pürüzleriyle uğraşıyoruz.

Cumhuriyet, elli yıldan beri bu problemi halledemedi. Oysa, halletmek mecburiyetindeyiz.

Biz bu ülkelerle zaman zaman iyi ilişkiler kuruyoruz, ama maalesef hep geçici oluyor.

Yani, kalıcı bir dostluk ve komşuluk ilişkisi kuramıyoruz.

Kurduğumuz dostlukları da hükümetlere ve şahıslara göre sürdürebiliyoruz. Emin el-Hafız’ın ne dereceye kadar başarı elde edeceği meçhulümüz.

Biz Türkiye olarak hiçbir komşu devletin iç işlerine karışmayı düşünmeyiz ve arzu etmiyoruz.

Ama maalesef herkes bizim iç işlerimize karışıyor.

Yabancı bir ülkenin iç işlerine karıştığımız havasını vermeyi dünyaya anlatamayız.

Onların iç işlerine karışmayız ama, sadece bilgi edinmek bakımından bu durumu askerlerle konuşabilirim.” 

Demirel’in kısa fakat çok yalın bir şekilde anlattığı politikamızın son yıllarda Suriye ile devam ettiği biliniyor.

Nerden bakılırsa bakılsın, Türkiye maalesef uluslararası bir oyuna getirilmiş bulunuyor.

Hatta, kurulan tuzağa, gün be gün, kendi ayağı ile adeta koşuyor.

Nitekim, misafir olarak zoraki ağırladığımız 2 milyonu aşkın Suriyelilere son günlerde 24 bin kişinin daha katıldığı gözlerden kaçmıyor.

Üstelik, geriye dönüşün çok zor ve güç olduğu günlerin yaşandığı sinyalleri üst üste veriliyor.

1-049.jpg

Yazarın Diğer Yazıları