Bugünkü Yazarlar Tüm Yazarlar
Sadi SOMUNCUOĞLU

Sadi SOMUNCUOĞLU

"Terörist isyan" nasıl bastırılır?

Ülkemizin baş belası terör, terörizm ve bölücülüğün bir başkaldırı olduğu hep gizlendi. Hatta vatanımızı bölmek üzere çıkarılan isyanın meşruiyet ve haklılık kazanması, her türlü propaganda yapması, yurt çapında her alanda örgütlenmesi ve TBMM'de temsil edilmesi için her gayret sarf edildi, ediliyor. Nedense isyanın bastırılması için devletin meşru ve kutsal savunma hakkının gereği, dünyada olduğu gibi çok yönlü olarak değil de, sadece bir kısım güvenlik güçleriyle yapılmaya(!) çalışılıyor. Hukuka göre ağır suç teşkil eden bu yıkıcı siyaset sayesinde terör azgınlaşıp, devlete meydan okuyacak konuma geldi. Sonra da "güvenlikçi' politikalarla sonuç alınamıyor" denilerek, sorunun örgütle görüşülerek çözülmesi tezi ortaya atıldı! Meğer, terörü meşrulaştırmaya yarayan pazarlıklar, zaten yıllar önce ve gizli olarak yürütülen; 2009 "Habur", 2010 5'inci "Oslo" (Daha önce 4 defa görüşüldüğü anlaşılıyor) ve 2013 "İmralı" mutabakatı ile çoktan başlamış. Artık, "terörü önleme" aldatmasıyla yürütülen "müzakereler", Türk Milletinin gözleri önünde alenen yapılıyor. Son olarak da, 28 Şubat 2015'te Dolmabahçe'deki Başbakanlık ofisinde, Hükümet, AKP, HDP temsilcileri arasında varılan 10 maddelik mutabakatla zirve yaptı.

Mutabakatın gerekçesi

7 Haziran'dan sonra başlayan silahlı çatışmalar da doğru bilinmiyor. Resmen ifade edildi; vatanımızın bir parçası üzerinde PKK/KCK "paralel devlet" kuruyor. Bu safhada örgüt silahlı saldırı yapmadıkça, Devlet güçleri müdahale etmeyecektir. Çünkü, "Güvenlikçi politikalarla terör önlenemedi" iddiası ile varılan "Oslo" ve "İmralı" mutabakatlarının şartları böyle diyor. Silahlı saldırı gelirse, cevap verilecek; gelmezse örgüte her alanda devlet inşa hakkı tanınacaktır. Aksi takdirde "devlet!" nasıl kurulabilir?  Neticede mutabakat şartlarına uyulduğu söylenebilir. Mesela, Diyarbakır'daki duruma bakalım: İsyancılar silah kullanırsa, güvenlik güçlerimiz karşılık vermeye çalışıyor. Çatışmanın dışında kalan alanlarda, devlet inşası için; yol arama ve kontrolü, kahve ve toplu yerlerde kimlik kontrolü, yargılama, vergi toplama, asayişi sağlama, belediye hizmetleri gibi egemenlik yetkileri örgüte devredilmiş oluyor. Özetlersek; isyancı teröristler, silahlı veya silahsız olarak, henüz sınırlarını bilmediğimiz bölgede, "kanton, özerklik, özyönetim, Kürdistan" gibi adlarla devlet kurma hakkını elde etmişlerdir!

Bilinen, görülen ve yaşananlar bize böyle bir tabloyu sunuyor. Tamam da, neden, hangi mantık, gerekçe ve hakla böyle bir tablodan bahsedilebiliyor? Çok yazdık, bir defa daha tekrarlayalım:

1. Erdoğan 1991'de Erbakan'a verdiği "Kürt Raporu"nda şöyle diyor: "Bugün sorun gerçekte ulusal bir sorundur, yani bir Kürt sorunudur... Kemalist Devletin geleneksel zora ve silaha başvurma yöntemi artık iflas etmiştir... Türkiye'de dileyen herkesin kendi ana dilinde eğitim-öğretim yapabilmesini savunmak... PKK terörünü kınadığımız kadar devlet terörünü de kınamak. Devlet-PKK çatışmasında devletçi bir safta gözükmemek, devletin eleştiri üslubunu benimsememek; "Bölücü", "Terörist", "Ayrılıkçı" vs...

2. Erdoğan, 1993'te yayımlanan "2. Cumhuriyet tartışmaları" kitabında şöyle diyor: "70 yıllık tarihinde Türkiye Cumhuriyeti katı bir üniter anlayışa sahip olmuştur. Her konuda "tekçi" olmuştur ve bu tek olan şeyi de kendisi seçmiştir... resmi ideoloji ırkçı bir kişilik taşıyor... Şu anda Türkiye Cumhuriyetinde 27 etnik grup yaşamakta. Bu 27 etnik grubun da varlıklarının tanınması gerekmektedir. 'Türkiye Türklerindir' gibi tezler yanlıştır. Türkiye, Türkiye'de yaşayan herkesindir... 'Kürtler bağımsızlık isterlerse, buna hakkı var mı? sorusuna; tamamen ayrılmak isterlerse... Bu hakkı kimden isteyeceği önemlidir."

Bu iki alıntıyı lütfen üzerinde durarak okuyunuz. Göreceksiniz ki, Erdoğan'ın Başbakan ve AKP Genel Başkanı olduğu dönemde söyledikleri ile bire bir örtüşmektedir. Haçlı emelleri, bugünkü adıyla BOP ve PKK/KCK iddiaları da aynen böyle değil mi? Bu sapma veya tuzak, Türk Milletini sosyolojik, hukuki ve siyasi bir bütün olarak değil de, etnik/ırk topluluklarına göre 27 parçalı olarak görmekten kaynaklanıyor. Sonra da bu parçaların eşitliğinden bahsediliyor. İnsanlık, toplulukların eşitliğini sağlayacak kriterleri henüz bulamadı, ama bizdeki bölücüler keşfetmişler(!) Dünya hukukuna ve anayasamıza göre, bireyler/vatandaşlar eşittir ve böylece toplumdaki bütün farklılar da eşitlenmiş olmaktadır. Bir başka saptırma da; Batı ülkelerinde vatandaşın kimliği; Alman, Fransız, İspanyol, İtalyan, Yunan, Amerikan vb.leri iken, nedense bizde Türk denilmesi "ırkçılık" sayılıyor. Yani, ırkçılık yapmak suretiyle Türk Milletini ırktan ibaret sayıp parçalamaktır.

Bütün bu yanlışlar veya kasıtlı olarak ortaya atılan sapkınlıklar anlaşılıp düzeltildiğinde, kurulan bütün tuzaklar yok olacaktır. Böylece, Türk Milletine yönelen terör ve isyan, sahte dayanaklarını kaybedecek, ihanet ve emperyalist oyunlar yerle bir edilecektir. Türkiye'nin kurtuluşu ise; siyaset ve ilim adamlarımız ile oy kullanan seçmenlerimizin uyanmasına bağlıdır.

  

Yazarın Diğer Yazıları