Ruhun gıdası şarkılar bizi söyler...

Uzun zamandır gitmediğim en sevdiğim etkinliklerden biri olan Türk Sanat Müziği konserindeyim. Salonda boş yer kalmamış. Herkes çok şık giyinmiş, saçlar yapılı, geceye özel parfümler sıkılmış. Salon adeta çiçek bahçesi gibi misler kokuyor... Her yaş grubundan müziksever şarkılara eşlik ediyor.

Kanuni bestekâr, şef Özge Doğru yönetiminde, Şişli Belediyesi Türk Sanat Müziği Korosu Profilo alışveriş merkezi bu coşkuyla inliyor.  Yaklaşık 25 eserin seslendirildiği konser, şarkılar ve türküler karması olmak üzere iki bölümde düzenlenmiş. Kısacası Türkiye'nin her bir köşesinden kültürel lezzet, tat var...

 ''Sevemedim Kara Gözlüm'' ile başlayan konserin ilk bölümü alkışı bol, kesilmeyen, güzel eserlerle sürüyor. Konuklar şarkılarda adeta kendini yaşıyor. Şarkı bitiyor, mırıldanarak şarkıyı devam ettirenler, alkışını bitiremeyenler gözüme çarpıyor... 

Konserin ilk bölümü sonlanıyor. "On dakika sonra yeniden birlikteyiz" anonsu yapılıyor.

Uğultular arasında fısıltılar başlıyor...

-Çok keyif alıyorum. İyi ki davet etmişsiniz. Güzel hazırlanmış.

-Hocanın konserleri hep böyle güzel geçiyor... Eğitimli belli...

Hanımlardan biri, 70 yaşlarında var, maşallah diyelim.. Atatürk rozeti ve Türk Bayrağı fuları dikkatimi çekiyor. Yanındakiler de çok beğenmişler. Nereden aldığını soruyorlar. Açıklama yapıyor:

-Ben de çok seviyorum bu rozeti ve fuları. 2 yıldır her kıyafetimin üstüne takıyorum. Bir hemşire arkadaşım hediye etmişti. Yoksa çıkartıp hemen verirdim. 

İsterseniz küpeleri, ya da kolyemi alabilirsiniz. Bunu veremem. Benim için çok kıymetli. Hediye alındığı zaman o hediye başkasına hediye edilmez. Görgü kuralı. Biz öyle öğrendik. Değer bilmiş, hediye etmiş sağ olsun. 

-Emekli öğretmenim. Biz de büyüklerden öyle öğrendik. Öyle öğrettik. 

Konuşmalar sesler birbirine karışıyor...

Yine bir grup hanım ve bey sohbet ediyor. Konserin şarkı notları ellerinde...

-5 dakikası kaldı.

-Çabuk bitti ara.

-Evet geçelim mi içeriye doğru yavaştan.

-Olur. 

Konuşmalar devam ediyor.

-Sanatçının neredeyse bebekliği bilirim.

-Özge Hanımın mı?..

-Evet evet.

-Annesinin de sesi de çok güzel. Annesine çekmiş...

-Nereden biliyorsunuz? 

-Benim rahmetli eşimin öğrencisiydi. Annesi asıl yeteneği vermiş kıza.

-Merak ettim.

-İnşallah bir gün rica ederiz söyler.

-Geçen sene koroda yer aldı.

-Keyif alıyor söylerken.

-Bursalı olunca...

-Doğru o tarafın güzel sesi oluyor.

-Çok istemiş, ailesi -babası- izin vermemiş. İçinde ukde kalmış şu an o da sanatçı olsaymış. Kesin şimdilerde hala  Bülent Ersoy, Muazzez Abacıya rakip olurdu. Dönemin şartları, ailelerin düşünce yapısı.. Hep anlatır. O dönemlerde çok istemiş.. Aile hayır demiş. Çok ısrar edememiş..  Hanımdan şarkıcı olmazmış diye... Şimdiki gibi nerde... Gençler istemiyorum deyince aileler iki adım geride duruyor. Nerede bizler gibi çekinme, korku?.. Hayır deyince cevap veremezdik, dik dik bakışları yeterdi bize. Büyükler bizleri gözle terbiye ederlerdi. Hırs yaptı. Kendi olamayınca kızını yönlendirdi...

-Çok iyi olmuş. Helal olsun.

-Sonra evlenince dersler de almış. İçinde kalmasın diye.. Özge'nin ilk öğreteni, destekleyicisi annesi ve babası diyebilirim. 

-Şanslı evlat. Kız da çok güzel maşallah... Sesi yorumu da çok iyi.

-Şimdi o da eğitmenlik yapıyor.

-Nereden eğitimi.

-İTÜ'den. Benim bildiğim kanun sanatçısı.

-Zor iş.

-Valla üstesinden geliyor. Baksanıza ayakta, hem çalıyor. Hem de söylüyor. Bedava halka açık konser, dolmasa dolmazdı.

-Her yer dolmuş.

-Yazın çok konser oluyor, hep geliyorum. Buralar bu kadar dolmuyor.

-Takipçisi var. Sevdirmiş kendini. Öğretmen olması da etkili. 

-E tabii çevre yapmış. Bide daha çok tanınsa... Kurtarsa kendini.

-Bu işler sponsor reklamla oluyor.

-Kimler kimler sanatçıyım diye geçiniyor. Özge'nin eline su dökemezler ama... İşte oluyor. Böyle yeteneklerin elinden tutan destekleyen biri olmazsa yok oluyor bu yetenekli sesler.

-Doğru. Biraz da şans...

-O da doğru kısmet işi...

-Bugün kıyafetleri çok güzel.

-Evet.

-Hep güzel, takip ediyorum. Beğenirim. Kim bilir kaç paraya aldı.

-Çok pahalı bu kostümler. Bir kere giy sonra dolap bekliyor.

-Evet benim de öyle 2 tane var. Bir yerde giyemiyorum. Şimdiki aklım olsa her zamanlık bir giyim tercih ederdim.

-Saçını mı boyatmış.

-Evet evet. Havuç rengi olmuş.

-İddialı renk evet. Ben de kullandım. Çok sık boyamam gerekiyordu. Saçlar yıpranıyor. Sonra değiştirdim. Kestanede kaldım. Bir yıldır böyleyim.

-Saçı da güzel olmuş di mi?..

-Ben beğenmedim.

-Aaa niye gayet güzel.

-Yok beğenmedim. Daha kabarık olabilirdi. Daha havalı olurdu. Bana çok sade geldi. Önceki saçı gibi olmamış...

Konuşmalar sesler anonsla karışıyor... Misafirler yerini alıyor. İkinci bölüm Aşık Veysel'e ait ''Uzun İnce Bir Yoldayım'' türküsüyle başlıyor. Kayseri türküsü ''Gesi Bağlarını Dolanıyorum'' söylenirken sanatseverler arasından eşini kaybetmiş bir hanım göğsüne vura vura bu türküde kendini bulduğunu yanındakilere anlatıyor... Ayrılık, yalnızlık, kayıp, acı yaşayanlar, dertlerine ortak olanlar.. O kadar içten yan yana birlikte söylüyor ki.. Duygular akıp gidiyor...

Ve son eser Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ümüzün beğenerek dinlendiği, ''Bülbülüm Altın Kafeste'' hep birlikte büyük bir coşkuyla ayakta söylenirken türkünün bitiminde salonda bir alkış tufanı kopuyor...

Mutlulukları gözlerinden okunan sanatseverler, gönülleri tazelenmiş olarak bir başka konserde buluşmak üzere salondan ayrılırken günün anısına fotoğraf çekimini de ihmal etmiyorlar...

Yazarın Diğer Yazıları