Kişi başına düşen adalet oranı

Bizim çekirdek ailemizin de artık "resmen" bir avukat kazanmış olması dolayısıyla stajı sona eren Ankara Barosu avukatlarının yemin törenine katıldım dün; aileler, eşler, dostlar derken 40 yeni avukatın haklı gururunu paylaşmak üzere gelenler salonda küçük çaplı bir izdihama yol açınca, kucağımda Işbara'yla yer bulmakta zorlanmış, kendimi dışarıya atmaya çalışırken, son sırada bir koltuğa sığınabilmiş Mustafa Yuvanç'ı gördüm.

Yuvanç, "asrın iftirası" sıfatıyla anılan Balyoz kumpasının mağdurlarından biriydi;

TSK'da maruz kaldıkları haksızlık ve hukuksuzluklardan sonra kariyerine "hukukçu" olarak devam etmeye karar verdi. Avukatlık yapıyor şimdi.

Nezaket gösterip yerini bize verince, son dönemin yılmayan, yorulmayan "adalet savaşçısı" Şule Nazlıoğlu Erol'la yan yana izledik yemin törenini. O anki asli vazifem, Işbara'nın canının sıkılmamasını sağlamak olduğu için uzun uzun sohbet etme imkanımız olmadı ama Erol da çoğu meslektaşı gibi, avukatlık mesleğinin geleceğine dair kaygılı duruyordu;

"Mesleğe yeni katılanların şansı giderek zayıflıyor" dedi.

Ankara'da 342 kişi düşüyor bir avukata nasıl zayıflamasın ki; bu kadar daralmış halde pastanın dilimleri. Misal, bir sıcak hava balonu işletmecisi çok daha fazla kazanıyor günümüz Türkiyesi'nde avukatlardan!

Saygınlık sıralamasında da güç geçtikçe geriliyor avukatlar; doktorlar, eczacılar, mühendisler, subaylar ve daha yığınla başka meslek erbabından sonra, en son 16'ncı sıradaydı bu alana dair yapılan son araştırmalarda.

Ankara'da pastanın dilimlenecek hali kalmamış da diğer şehirler farklı mı sanki? İstanbul'da 349 kişiye bir avukat, İzmir'de 492 kişiye bir avukat, Antalya'da 561 kişiye bir avukat düşüyor…

Ve bu tabloya rağmen Türkiye'de hukuk fakültelerinden her yıl yüzlerce yeni avukat adayı mezun oluyor.

Ama hepsinden önemlisi; bunca hukuk fakültesine, mesleğe kazandırılan bunca hakime, savcıya, avukata karşın Türkiye'de kişi başına düşen "adalet" oranındaki travmatik çakılma bence.

"Adalet"in tecelli ettirilebilmesine yaramıyorsa, yaratmıyorlarsa, Türkiye'nin "hukuk devleti" niteliği onbinlerce hukukçunun gözlerinin içine bakıla bakıla iğdiş ediliyorsa, o koca koca kanun kitapları, dev bir tiyatronun dekoruna dönüşme yolundaysa kim hevesle giyiyor, kim hevesle giydiriyor olabilir ki o cepsiz, iliksiz, düğmesiz kutsal cüppeleri…

Kapıcıların seçimi(!)

Önceki gün sabahın erken  saatleri; Çankaya'da, Ankara'nın yerel zincir marketlerinden birinde alışveriş yapıyorum.

Bir kadının öfke dolu sesiyle çınladı:

"Kapıcıların oylarıyla…"

Sesin geldiği reyona uzaktım; diyaloğun nasıl başladığını bilemiyorum. Kadının kapıcıların desteğiyle Mansur Yavaş'a karşı kazandığını yahut kazanmaya yaklaştığını kast ettiği Melih Gökçek miydi, Mehmet Özhaseki miydi tam anlayamadım ama "kapıcılar"ın Mansur Yavaş'a oy vermediğinden emindi!

Dedim ya sabahın erken bir saatiydi ve o saatte markette alışveriş yapanların tamamına yakını apartman görevlisiydi.

Öyle olunca da, "Siz kapıcılara hakaret edemezsiniz"le başlayan isyan ve itiraz dalga dalga yayıldı reyonlar arasında.

Bir apartman görevlisi haklı olarak sordu:

- Siz benim kime oy verdiğimi nereden biliyorsunuz?

"Ah be ablacım" dedim içimden;

Hem Mansur Yavaş hem de Ekrem İmamoğlu, senin peşin hükümle ezmeye çalıştığın kapıcılar sayesinde seçimi kazandı. Kapıcılar bir metafor tabii; tek onlar değil… O güne kadar iktidara daha yakın duran yoksulluğunu, yoksunluğunu, ezilmişliğini garip biçimde iktidarın zenginliğiyle tedavi eden "garibanlar"ın ilk defa teveccüh adreslerini değiştirdiği için, "kimsesizlerin kimsesi" olmak konusundaki umut adres değiştirdiği için yazılabildi hem Ankara'da, hem İstanbul'da o başarı hikayeleri.

Bu defa "mağdur" olamadılar

Toplumun nabzını tutmak ve haberin en hızlı şekilde yayılımını sağlamakta gazetecilerle kafa kafaya yarışan bir meslek grubu var biliyorsunuz(dur):

Taksi şoförleri.

Dün, Ankara'da, bir yakınımla bindiğimiz takside İstanbul seçimlerine dair konuşurken taksi şoförü lafa girdi:

- YSK, seçim iptal edilmez dedi. Bunlar zaman kazanmaya çalışıyorlar, süreyi uzatıyorlar. Kim bilir bu arada neler kaçırıyorlar…

Demek ki;

BİR: İstanbul artık sadece İstanbulluların değil bütün Türkiye'nin meselesi.

İKİ: İktidar, "oylarımız kaydırıldı, çalındı, sahte seçmenlere oy kullandırıldı"vari söylemleriyle bir "mağduriyet" yarattığını düşünüyor ve bundan sonra işletmeyi planladıkları süreçte de oluştuğunu varsaydığı bu "algı"ya güveniyorsa fena halde yanılıyor. Zira, ne yaparsa yapsın iktidar bu defa toplumsal algıda bir türlü mağdur olmuyor/olamıyor. İmamoğlu'nun mazbatasını alma sürecini geciktirmek üzere yaptıkları her hamlenin pekiştirdiği tek düşünce var; İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nde kim bilir neler dönüyordu, kim bilir "temizlenmesi" gereken neler var ki, devredemiyorlar belediyeyi bir türlü.

İktidarın bugün itirafıyla bulunduğu pozisyon bu algıyı göze alabilecek kadar konforlu mu?

Sanmıyorum.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları