Siyasî İslâmcılar ve adalet…

19. asrın ikinci yarısında Nâmık Kemâl'le başladığı söylenen İslâmcılık hareketi, II. Meşrutiyet sonrasında daha görünür hale gelir. "Üç Tarz-ı Siyaset" (Yusuf Akçura), "Türkleşmek-İslâmlaşmak-Muasırlaşmak" (Ziya Gökalp) ve "İslâmlaşmak" (Said Halim Paşa) adlı eserler İslâmcılığın teorik olarak tartışıldığı metinlerdir.

İslâmcılık akımı, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşünü durdurabilmek için ortaya atılan çözüm arayışlarından biri olması hasebiyle her zaman siyasî bir hedef taşımakla beraber 1970'lerden itibaren bizde ilmî, fikrî ve hukukî cepheleri bir kenara bırakılarak salt siyasî bir ideoloji hüviyetine bürünmüştü. 2002'de Ak Parti'nin iktidara gelmesiyle siyasî İslâmcılık bir bakıma kuvveden fiile çıkmış oldu.

Malum, Ak Parti'nin açılımı "Adalet ve Kalkınma Partisi"dir. Yani Ak Parti "adalet" ve "kalkınma" vadediyordu. Bu vaat halka cazip geldi. Öyle ya millet için adalet ve kalkınmadan daha önemli ne olabilirdi ki… Nitekim başta liberaller olmak üzere halkın çoğunluğu destek verdi. Ve Ak Parti her seçimden (2015 genel seçimi hariç) tek başına iktidar olarak çıktı.

Fakat 17 yıl sonra geriye dönüp baktığımızda "kalkınma" adına soğan, patates kuyruğunda bir halk; "adalet" açısından da kendi partilerinden olmayan belediye başkanları için mealen "Yönetimle uyum içinde olmayanlar hizmet üretemezler" diyerek yahut "topal ördek" benzetmesi yaparak "çalıştırtmayız" imasında bulunan bir iktidar görüyoruz. Ankara Büyükşehir Belediye Meclisi'nin ilk toplantısında maalesef bu tavrın ilk uygulamasına şahit olduk.

Parça bütünün habercisidir, derler. Siyasî İslâmcılar "adalet"te de "kalkınma"da da başarılı olamadılar. Aksini iddia ediyorsanız lütfen şu basit sorulara objektif cevaplar vermeye çalışın:

1- Siyasî İslâmcılar hak-hukuk, ahlâk ve adalet bakımından topluma yeni ne kazandırdılar?

2- Siyasî İslâmcılar birliğimizi beraberliğimizi tesis etme, halkın tamamını kucaklama konusunda alkışlanacak bir şey yapabildiler mi?

3- Şeffaflık ve hesap verilebilirlik noktasında siyasî İslâmcıların geride iz bırakacak bir icraatları oldu mu?

İktidar fanatikleri dışında bu sorulara olumlu cevaplar verebilecek kişilerin çıkabileceğini sanmıyorum. Hâlbuki İslâmcı yazarlar dün hak-hukuk, adalet ve güzel ahlâkı öne çıkarıyorlardı. Hz. Peygamberimizin "Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır" sözünü sık sık hatırlatıyorlardı.

Peki, niye böyle oldu?

Kanaatimizce iktidar, "adalet" ve "kalkınma"yı sağlamak yerine, önce iktidarlarını sağlamlaştırmayı tercih etti. İktidar sağlamlaştıkça da "İtibardan tasarruf olmaz" sokağına sapılarak hak ve adalet unutuldu. Ve nihayet "doğru nedir?" yerine "reis ne der?" denilmeye başlandı.

Özellikle 31 Mart mahallî seçimleri öncesindeki ayrıştırıcı üslûp ve seçimden bu yana yaşananlar bizce siyasî İslâmcıların oturup Mâide suresinin 8. âyeti üzerinde tekrar tekrar düşünmelerini zorunlu kılmaktadır:

"Ey iman edenler!.. Allah için hakkı ayakta tutun. Âdil şahitler olun. Ve bir kavme (millet veya topluluğa) olan kin (ve düşmanlığınız) sizi sakın adaletsizliğe itmesin."

Son söz İslâmcılığın ilk temsilcisi sayılan Namık Kemâl'in:

"Bulunmazsa adalet milletin efrâdı beyninde//Geçer bir gün zemine, arşa çıksa pâye-i devlet." (Milletin fertleri arasında adalet olmazsa, devletin pâyesi/itibarı arşa çıkmış olsa bile bir gün muhakkak yerin dibine geçer.)

***

ACZİMİN GİRYESİ:

            DOĞRUYU SÖYLEMEK

Hak nâmına ağzına geleni söylersin,

Kurtuluş doğrulukta, yalanı neylersin.

                                    (Li-müellifihî)

 

Yazarın Diğer Yazıları