Promosyonlu Türkçülük(!)

Bugün birilerinin samimiyet, özlem ve minnetle, birilerinin de "mecburiyet"ten, görev savmak kabilinden anacağı Nihal Atsız;

"Cumhuriyetin ve Büyük Millet Meclisi'nin mevcudiyetinin aleyhinde teşebbüsleri" bulunan,

"Rejimin ve vatandaşların hakiki milliyetçilik duygularına aykırı umdeleri uğrunda gizli cemiyetler oluşturan",

"Irkçı",

-  Devleti "Tezvirlerine, Türk milletinin mukadderatını teslim etmemek için Cumhuriyet'in bütün tedbirlerini kullanmak" durumda bırakan,

Bir "beka tehdidi"ydi!

En yüksek seviyede hedef gösterilmiş, iktidardakilerin kürsülerden yaptığı "suç duyuruları"nı kabul eden bağımsız(!) mahkemeler de derhal gereğini yerine getirmişti.

Açın okuyun hakkındaki iddianameyi;

Çağının "terörist"iydi!

Tıpkı, 31 Mart gününe kadar çoğunuzun, çoğumuzun ilan edildiği gibi!

Ve bugün yaşıyor olsaydı, adım gibi biliyorum ki, bugün layık görüleceği sıfat da "teröristlik"ten başka bir şey değildi!

***

Bugün kahramanlaştırılıyor, övülüyor, övünülüyor olmasına bakıp da, yaşıyor olsa her yazdığının alkışlarla karşılanacağı yanılgısına düşünen varsa…

Nihal Atsız, bugün yaşıyor, yazıyor olsa;

Türklüğü, Türkçülüğü savunduğu için,  "milliyetçiliği ayaklarının altına almış bir iktidarla ittifak yapan milliyetçiler"ce "hain" sayılacaktı; çünkü, bu nevi ittifakların en sert muhaliflerinden biri olacaktı. Türkçülüğe, Türk Milliyetçiliğine, siyasal İslamcıların insafı oranında hayat hakkı tanınan bir düzeni reddedecekti.

Sadece onlara değil, Türkçülüğü bir politik havuç gibi kullanan, öyleymiş gibi ortaya çıkıp da her işi onun hilafına olan, Patagonya'da yaşıyormuşuz gibi "herkesle iyi olmak", "herkesten destek almak", "herkese ait olmak" uğruna ilk onu terk eden ne kadar "maskeli" varsa topuna olacaktı muhalefeti;

Kendisine "fikir insanı", "aydın", "bilim insanı" değil "dalkavuk" arayan kim varsa, ki herkesin arayışı artık bu yazık ki, hiçbiriyle geçinemeyecekti.

Onun tokat gibi doğrularıyla yüzleşmeye cesareti olmayanlar da onu itibarsızlaştırmakta bulacaktı çareyi!

Tıpkı yargılandığı sırada oldu gibi misal o "millî ülkülerin üçüncü merhalesi cihanı kaplamaktır" diyecek, ama derdi onu zora sokmak olanlar "cihanı istilâya kalkıştığını" iddia edecekti belki!

Belki bir mahkeme salonunda, kurucu fikri Türk Milliyetçiliği olan bir devlette, Türk Milliyetçisi olduğu için "savunmak" durumunda kalacaktı kendini!

Belki, bir KHK'yla ekmeğinden edilecekti!

***

Bu ahval ve şerait altında…

Allah biliyor ki, son birkaç yıldır olduğu gibi bu yıl da, içimden, 3 Mayıs'a dair yazmak gelmedi.

Ta ki, 3 Mayıs'ı herkesten çok anlaması ve anlatması gereken kurumlardan birinin, bugünün anısına düzenlediği pikniği duyurmak için hazırlattığı devasa pankartta, "ulaşım ve yemek ücretsiz" bildiriminin, günün anlamı, önemi, etkinliğin yeri, zamanını bildiren satırlardan çok, çok, çok daha büyük puntolarla yazılmış olduğunu görene kadar!

Bir aydın hareketi olan, alanının biriciği olan bilim insanlarının dilinden, kaleminden şahlanmış, kıtalar aşmış, devletler kurmuş, yönetmiş, dünyayı titretmiş ki başına emperyalizm denen belayı musallat etmiş bir fikrin, kurucusu olduğu devletçe tabutluklarda ezilmek istendiği davayı ve o davada yargılanmış, işkenceye uğramış (canları pahasına bu fikri savunmaktan geri durmamış), yine her biri döneminin öncüsü akademisyenlerin, subayların, öğretmenlerin, doktorların, şair, yazarların anıldığı güne, "bedava kumanya" vaat ederek katılımcı toplanmaya çalışıldığını görene kadar.

Biz, dün, Bakü'de, Kerkük'ten Karabağ'a sempozyumunda da haykırıldığı üzere, dinlerden önce de, ideolojilerden önce de, siyasi yollardan, taraflardan, partilerden, ittifaklardan önce de var olmuş, çoğunu doğurmuş, kalanının da nefes borusu olmuş bir milletiz.

Varoluşumuzdan itibaren, "var olabilmek" için en çok canından geçmiş bir milletiz; fırtınaya, borana, üzerine yağan oklara, kurşunlara, yedi düvelin tezgâhına, işgale, mezalime, kumpasın binbir halinin üzerine üzerine at sürmüş milletiz;

Bazen aç, açıkta… Bazen yokluktan ot yiye yiye… Bazen yalın ayak, sırtındaki hırkayla da cepheye götürdüğü mermiyi sarıp koruyarak…

Böyle onurlu bir geçmişe, "yarım ekmek arasına beş köfte" hatırına sahip çıkacak olan varsa çıkmasın mümkünse; batsın onun Türkçülüğü…

Böyle onurlu bir geçmişi, ancak promosyonla sahiplendirebileceğini düşünen varsa yapmasın, bıraksın asaletini taşıyamayacağı bu fikrin temsilciliğini…

Türklüğe dair birçok haslet unutturulmuş olabilir ama bir Türk'ün mevcudiyetinin bedelsiz askeri olduğunu zinhar unutmaması gerekir.

 

Yazarın Diğer Yazıları